Ana Sayfa  /  URVETÜ'L VUSKA  /  Urvetü'l Vuska Dergisi Niçin Yayınlandı?
  • Facebook da Paylaş
Urvetü'l Vuska Dergisi Niçin Yayınlandı?
  • 23-07-2014
  • 0 yorum
  • 3277 okunma
Şu günlerde değerlendirilmesi gereken bir uyanış yaşanıyor. Müslümanlar onu avuçlamışlar ve ona karşı çıkmıyorlar. Belki de onlar için vakit geçmiş olabilir ama her ne kadar geçse de gelecekte onun gibi daha nice uyanış fırsatlarının saklı olduğuna inanıyoruz.

…Rabbimiz sana tevekkül ettik, sana yöneldik ve dönüş yalnız sanadır.

(Mümtahine 4)

 

Doğu halklarının sorunlarıyla ilgili olarak Allah’ın yardımıyla yalnızca doğruyu söylemek istiyoruz. Başarı her işte tevekkül edilen Allah Teala’dandır.

Çıkar çevreleri bazen gözden kaybolur, sonra ortaya çıkarlar. Bazen insanların dışlamayacağı yollar izler sonra karmaşıklaşırlar. Güçlü halklar, zayıfları öyle çekip sürüklerler ki düşünce sınırlarını aşarlar. Kafalarını büyüleyecek onları kendilerinden bile dehşete düşmeye iter ve anarşiye boğarlar. Güçlülerin bu zulüm ve zorbalıkları öyle bir noktaya varır ki artık insan buna tahammül edemez hale gelir.

Nice topluluklar vehimlerinin ve şeytanın hoş gösterdiklerinin peşinde sürüklenmişlerdir. İşçileri az bile olsa mekanik gücün kendilerine sayı bakımından çok fazla olan topluluklar üzerinde egemenlik kurma hakkını vereceğini zannetmişlerdir. Bazı noktalardan mantıklı bile olsa bunlar kolay şeyler uğruna büyük kalabalıkların harcanabileceğini iddia etmişlerdir. Bu kıyasa uymayan insan aklının kabullenemeyeceği bir şeydir. Her ne kadar uzak ve yakın geçmişteki bir takım tarihi olaylar, küçük bir kabilenin büyük bir halk kitlesi içinde eriyebileceğini ve bu kabile bireylerinin isimleri ve neseplerini unutabileceğini göstermiş ise de, büyük bir toplumun veya ümmetin sayı bakımından kendisine yakın bir ulus tarafından gücü ne olursa olsun imha ve yok edilmesi imkânsızdır.

Büyük milletler tarihin bazı dilimlerinde içteki ayrılıklardan beklenmeyen bir belayı görememekten, israf ve aşırılığa dalmaktan vb. nedenlerden dolayı zayıf düşüp yabancı güçler tarafından işgal edilebilirler. Ancak belli bir süre sonra gelişen olaylar, o milletin bireylerini uyanmaya yöneltir ve millet işgal altında bulunmaktan acı duymaya başlar. Elinden çıkan toprağını ve yitirdiklerini geri almak için her yolu denemenin gerekli olduğuna inanır. Zira gerek sağlıklı bir akıl ve gerekse insanın yeryüzünde yaşadığı sosyal gelişmeler bunu göstermektedir. İşgal altındaki bu millet, kurtuluşun ancak bireyler arasında doğacak bir kaynaşma ve ayrılık yaralarının onarılması yoluyla olabileceği gerçeğini idrak eder. Çünkü ilahi yasa, fıtri duygu ve öğretim ona sağlanacak bu birlik ve bütünlüğün arkasından her şeyin daha kolay yapılabileceğini telkin etmektedir.

İnsanlar her ne kadar kötü karaktere ve alışkanlığa sahip olsalar da bilinen bir bağın etrafında toparlanılınca işgalcilerin zulmü çekilmez olur. Belli bir gücün altına girip kendilerine imkanlar tanınca ve kuvvetleri artınca bu ulus bireylerinin enerjileri geri dönüp, kurtları arslanlaşır, tilkileri kaplanlaşır ve sonunda kurtuluşu elde ederler. Bu ulus, artık ne kadar istenirse istensin bilincini bırakmayacaktır.

Belki bir hataya düşecek ve başına bir bela gelebilecektir, ama düştüğü bu hata ona kaybettiklerini telafi ve bir daha böyle bir yanlışlığa düşmeme bilincini kazandıracaktır. Bu hataya bir defa daha düşebilir ancak bu sefer onun hakkından gelecektir. Ulusun başını çeken ya da onu idare eden kimse onu gücünün yetmediği bir şeyi yapmakla yükümlü tutarsa, bu haksızlığın önüne geçmek ve onu yok etmek için bu lider veya idareciyi susturmak ya da öldürmek yeterli çare değildir. Zira esas neden var oldukça ve gelişmeleri yönlendirdikçe sorun çözümlenemeyecektir. O lider veya idareci gidip yerine daha kurnaz ve akıllı biri gelebilir. Evet! çare hastalığı tespit etmek, nedenleri bulmak ve bunları hafifleterek ortadan kaldırmaktır.

Halklar; ahlak, gelenek ve görenek bakımından kendilerine uymayan kimselerin boyunduruğu altına girmeyi istemezler. Bu kişi onlara daha önce yükümlü olduklarından fazla bir şey yüklemese bile durum değişmez. Peki bir de güçlerinin yetmeyeceği bir şeyi onlardan isterse durum ne olur! Kuşkusuz onu büyük görseler dahi istediği şeyi benimsemez ondan nefret ederler. Bireyler bu istenmeyen şeyi her yapışlarında o kişiden uzaklaşmaya başlarlar. Ondan uzaklaştıkça ise birbirlerine yaklaşmaya başlar ve artık o kişiyi küçük görmeye ve ondan gayet normal hatta küçümser ifadelerle bahsetmeye başlarlar ki bu hiçte yadırganacak bir şey değildir.

Baskı ve zulüm halklara ırk ve mezhep taassubunu unutturur. Kendilerini saran tehlikeye karşı birleşmenin taassuptan daha önemli olduğunu görürler. Bu gibi durumlarda insan tabiatı, çıkar hesaplarından çok birleşme ve anlaşmaya yönelir. Bugünlerde Doğu bölgelerinde gördüğümüz fikri hareketlenme bizi oldukça sevindiriyor. Herkes özgürlük ve kurtuluş istiyor. Bunun için kültürü ve gücü oranında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Doğu’nun hemen her yerinde aydınlar tüm Doğu halkları haklarının geri alınması için bölük pörçük güçlerin birleşik tek bir güç haline getirilmesini düşünüyorlar.

Evet bu, bilinçli kişilerin beklentisidir. Çıkar çevreleri ise bunu görememektedir. Bunları, değiller ileri sürerek ikna etmek şu an imkansızdır.  Ama gelecek nesiller ve Allah’ın, yarattığı insan için koyduğu ilahi yasa, işlerlik kazanmaya başlayınca bunların saplanıp durdukları kuruntularda açığa çıkacaktır.

Doğu halklarına yapılan baskı zulüm ve düşmanlık artık had safhaya varmıştır. Galip ve muzaffer olanları bile düştükleri hezimeti fark eder olmuşlardır. Özellikle Müslüman Doğu halkları bu aşağılanmaya artık tahammül edemez hale gelmiştir. Nice yöneticiler tahtlarından zorla indirilmiş, haklar elden alınmıştır. Değerli kimseler aşağı, büyükler sefil; zenginler fakir; sağlamlar hasta; arslanlar adi hayvanlar durumuna düşürülmüştür. Zarar ve zulümden payını almayan hiçbir sınıf kalmamıştır. Özellikle Mısır topraklarında beş yıldan beri çıkar çevrelerinin doymak bilmeyen hırsları yüzünden çıkarılan olaylar çok acı vericidir. Bu çevreler halkın daha önce görmediği şeyler yaptılar. Halkın akılları dehşete düştü. Halka alışmadığı şeyler yükleyerek onlara eziyet ettiler. Güçlerin yetmeyeceği sorumluluklar yüklediler. Halk bunlara karşı gücünü göstermek istedi. Adalet adı altında onun bilinç ve direncini yıktılar. Tüm bunları çıkarlarını elde etmek için yapan çıkar çevreleri Urabi Hareketini araç olarak kullanarak hareket sevgi duyanları birçok baskı ve zulüme boyun eğdirdiler. Ve gayelerine ulaştıklarını zannettiler, ama bu zanları hatalı çıktı ve elde edemediklerini sadece kuruntulamakla kaldılar.

Bu hareket birçok zaman bertaraf edilemedi. Aksine başka hareketlerin de doğmasına yol açtı. Kapalı olan kapı açılmış ve Müslümanların gönlünde yeri en büyük olan çağrı gündeme gelmiştir. Bu, onların kalan emelleridir. Şu an bu yedin hareketin neler getireceğini bilemiyoruz. Belki, bu harekete neden olanların bunu telafi etmek için ne derece telaşa düştüklerini bilen vardır. Evet onlar bir şeyler ektiler ancak bundan dolayı cinnet geçirecekler ya da şimdilerde deliriyor ve onun acısını çekiyorlar. Çıkarlarına bu derece düşkün olan kimseler için bu acı neticeler hiç de uzak değildir. Eğer bu çevreler zamanında işi sahiplerine ve bu işi bilip savunabilecek insanlara devretseler idi, en azından belli birtakım çıkarlarının devamını sağlayabilir, dilediklerini elde eder, canları da sıkılmazdı.

Ama bu çevreler halktaki bölümlemeden yararlanmak ve bunu kendi doymak bilmez çıkarları için acımasızca kullanmak istediler. Onlara göre bu , en etkin ve vurucu aletti. Gerçektende çabuk yıkıcı olan bu alet aslında oldukça riskli idi. Kısa zamanda tersine işlemeye başlar ve saldırganların önüne set çekecek bir birlik faktörü haline dönüşebilirdi. Baskı ve zulüm halkın bir kesimine uygulanır ve diğerleri bundan uzak tutulursa, baskıya uğrayanlar, uğramayanlar için bir avuntu olur ve onları dalgınlığa ve gaflete düşürebilir. Ancak zarar halkın geneline gelirse, bütün olarak halk bunalır ve sabrı taşar. Sonunda kendilerinin iyiliğine diğerlerinin kötülüğüne olan şeyi yakalamak için hücuma geçer.

Mısırın içinde bulunduğu kötü durumun Müslümanların geneli için tahammül edilecek tarafı kalmamıştır. İslam haklarına göre Mısır toprakları mukaddes topraklardır. Kalplerinde oranın belli bir yeri vardır. Diğer İslam ülkelerine göre farklı bir konuma sahiptir; zira o ,Mekke ve Medine’nin kapısı sayılır. Eğer bu kapı güvenlikli ise tüm Müslümanların gönülleri ferak olur. Eğer tehlikeye düşer ise Müslümanların benlikleri sarsılır ve İslam dininin esaslarından biri olan Hicaz bölgesinin güveninden kuşkuya düşülür. Mısırı saran tehlike tüm Müslümanları sarsmış ve gönüllerine işlemiştir. Yara kanadıkça İslam halkları onun elemiyle sarsılmaya devam edecektir. Müslümanları birleştiren en güçlü bağın ırk ve dinden öte din bağı gerçeği yadırganmamalıdır. Kur-an okundukça ve okuyucularınca akledildikçe, günler onları zillete düşüremeyecektir. Mısırın geçirdiği faciya küllenmiş duyguları harekete geçirmiş, hesapta olmayan dert ve acıları tekrarlanmıştır. Müslümanların benliklerindeki acı inançları gibi biranda bütün kafalarını doldurmuştur. Bu maziyi hatırlamak ve bu günü gözlemek için gündeme gelen bir dertleşme durumudur. Hepsi hızlı hızlı soluyorlar. Dileğimiz bu solumanın sadece nefes alıp verme değil umumi bir haykırış hatta çıkarları sağırlaştırdığı kulakların zarlarını yırtacak bir nara olmasıdır.

Bu kötü sonuçtan kurtulmayı başaran; fetihlerinde bölükleri, işkal için taburları, aldığı yerleri korumak için mızrakları değil; şeytanlığı, sevimlilik maskesini, sahte samimiyeti kullanan belli bir halk zümresidir. Bunlar çeşitli şekillerde ve birbirine benzer konularda ortaya çıkarlar. Ya kralların tahtlarının bekçisidirler, ya onların savunucuları. Ya valilerin otoritelerini güçlendirmeye çalışan dostlarıdır, ya fitneleri teskin edicileri; ya da hükümetleri isyan ve ayaklanmalardan koruyan mazlumların haklarını savunur görünen kimselerdir. Bunlar çalışmaları esnasında yüzlerindeki ince perdenin yırtılmaması için oldukça özen gösterirler. Halbuki o perdeyi yırtmak için az bir basiret ve hafif bir inceleme yeterlidir. Baskı ve zulmün bir halka etki edememesi tarihin, halk öfkelendiğinde bunu ortaya koymasını göstermiş olmasındandır. Bu kimseler halkın bir şeye sahip olmadığını gördükleri halde bununla gurur duymazlar. Zira onlar halk birleşip bütünleşince hiçbir şeyin onları sarsamayacağını iyi bilmektedirler. Onlar birleşme taraftarına karşıda güç kullanmayarak onlara kendi siyasetlerini yaymaları için yardımda bulunurlar. Çünkü kızgın kimse düşmanının sağlıklımı çürük mü olduğu düşünmez. Kendisine zarar geldiğinde sırf karşılıkta bulunmak için zararda bulunur.

Ancak bir sürü sahipsiz ittiham, arzularından başka bir şey düşünmeyenlerin akıllarını çelmiş, Mekke den Hindistan’a, Mısırdan Mekke’ye gidip gelen fısıltıları ve Mısırdan Mekke’ye, Mekke’den Hindistan’a uzanan canhıraş çığlıklarını duymalarını engellemiştir. Tüm bu sesler güçleri ile böbürlenip gururlananların yüksek kademelerinde birbirleri ile çarpışmaktaydılar.

Doğu’nun önemli kesimlerine isabet eden son belalardan sonra ilişkiler tazelenmiş, bitişik sınırlı olmasına rağmen araları açık ülkeler yakınlaşmış ve inanç birliği altında toparlanmaya başlamışlardır. Aydınların kafaları uyanmakta, gözler bunun sonunu neye varacağını düşünmeye yönelmektedir. Görüşler yakınlaşmakta, doğruyu arama uğrunda aynı saflara katılmalara olmakta ve gerileme halinin nedenleri üzerinde kafa yorulmaya başlanmaktadır. Hepsi de yitirdiklerinin en azından bir kısmını geri almayı istemekte, gelişimlerin kendilerine dinin ve şerefin korunması için güzel bir yol hazırlanmasını arzulamaktadırlar. Şu günlerde değerlendirilmesi gereken bir uyanış yaşanıyor. Müslümanlar onu avuçlamışlar ve ona karşı çıkmıyorlar. Belki de onlar için vakit geçmiş olabilir ama her ne kadar geçse de gelecekte onun gibi daha nice uyanış fırsatlarının saklı olduğuna inanıyoruz. İşlerin sonu Allah’ü Teala’ya bağlıdır.

Bu değerli gaye için özellikle Hindistan ve Mısır’daki Müslüman aydınlar tarafından hayır kuruluşları oluşturulmuştur. Onlar başarının emarilerini her açıdan hissediyor ve her yerde Hakk’ın ismini birleyerek çalışıyorlar. Hem de öylesine çalışıyorlar ki yaşayan bir insanın yapabileceğini en üst sınırlara dek yapıyorlar.

Başlangıçta onlara yardım edecek insanlara ihtiyaç duydular. Aynı dertlerden yakınan genel adaleti seven ve savunan Avrupalılarla sağlam ilişkiler kurmaya karar verdiler. Genel bir İslami Otoritenin varlığı hususunda ve bu otoriteyi üstlenecek kişinin şartları hakkında onlara mektup yazdılar. Din’in doğuş yeri Doğulu-Batılı hacıların orada toplanması, kardeşlik bağlarını orada sağlamlaşması, zengin, fakir herkesin gelebilmesinden dolayı Mekke şehrini düşüncelerini yaymak için en uygun şehir olarak gördüler. Mesajları oradan diğer bölgelere iletilecekti. Allah Teala dilediğini doğru yola ulaştırır.

Hedefe varmak için tehlikeden uzak başarıya yakın bir yol izlemek gerekiyorsa davetçinin tüm Müslümanlarca güvenilir olması ve çağrısını doğru şekilde ulaştırması lazımdır. Bu, Müslüman aydınlar fikirlerinin uzak-yakın herkese iletilmesi için dillerin en güzeli Arapçayla bir derginin yayınlanmasını istediler. Dergi Paris gibi basın özgürlüğünün bulunduğu bir şehirde çıkarılmalıydı. Ancak bu şekilde görüşlerini diledikleri şekilde açıklar, seslerini uzak İslam ülkelerine ulaştırabilir ve gafilleri uyandırıp aklı başında olanları ikaz edebilirlerdi. Cemaleddin Afgani’den kafalarına ve düşüncelerine uyan bu tip bir dergiyi kurmasını istediler. Afgani onların isteklerine cevap vermekle kalmadı aksine dini ve yurdu için onu desteklemeyi bir görev olarak ilan etti. Arkadaşı Muhammed Abduh’dan yazı işleri müdürü olmasını istedi. Abduh bu isteği gönülden kabul etti. Her işte Allah’a tevekkül etmek gerek.

El-Urvetul Vuska
Cemaleddin AFGANİ-Muhammed ABDUH
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer