Ana Sayfa  /  URVETÜ'L VUSKA  /  Mülkü Koruma Sebepleri / Urvetü'l Vuska
  • Facebook da Paylaş
Mülkü Koruma Sebepleri / Urvetü'l Vuska
  • 29-07-2015
  • 0 yorum
  • 4206 okunma
Yeryüzünde dolaşıp, insanlık tarihi araştıranlar, biraz görüş, sahibi iseler, görürler ki bir mülkün felakete uğraması, güçlü bir saltanatın devrilmesi ancak uyuşmazlık ve ihtilaftan sonra ortaya çıkan bir olaydır.

“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, onların, ora­da, akledecek kalbleri ve işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, asıl göğüslerde olan kalpler körleşir.” (Hacc; 46)

Allah birçok kavimleri yok etti, birçok kabileyi yeryüzünden kaldırdı, memleketleri, yıktı ve Allah’ın adaleti hâlâ devam ederek, bir milleti baş­ka milletle değiştiriyor, her zaman için başka in­sanlar yaratıyor. O, hikmet sahibidir. Rahmeti, gazabını geçmiştir. Her işin cezasını oluşturmuş ve hikmeti ile her hadisenin sebebini tayımı; etmiştir. “Rabbin, kimseye haksızlık etmez.” (Kehf; 49)

O’nun işleri hiç bir zaman plansız, ölçüsüz de­ğildir. Kendisinden hiç bir zaman lüzumsuz şey ortaya çıkmamıştır.

“De ki: yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da, ya­lanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün.” (En’am; 11) Allah'ın kullarına yeryüzünde gezmelerini emretmesi; fraklı kazasını ve adil hükmünü, on­lardan halef-selef olan kimselere göstermesi, böylece emirlerine itaat edip tespit ettiği sınırları geç­memeleri şartıyla dünya hayrına ye ahiret saadeti­ne kavuşmaları idi. Anlayışlı kalbi, gören gözü ye kavrayan akli olan kimse, dünya hadiselerini takip ederse, milletlerin, bir halden öbür hale geçmelerini düşünür, geçmiş nesillerin tarihlerine dalar; Allah’ın kitabında bize anlattıklarından ders alırsa, her türlü şüpheden uzak olarak şu gerçeklere ulaşır: Hiç bir millete, o millet Allah’ın Çizdiği sınırları çiğnemeden, herhangi bir bela vb. zarar dokunmadı. Adil emirleri bırakarak, şeriatın gösterdiği yoldan saparak, hükümlerini değiştirerek, Allah’ını kelamını kendi heveslerine göre tevil ederek kendi kendilerine zulmettiler.

Savaşların, mevsim ve hava değişikliklerinin insan mizaçlarında meydana getirdiği tesir yaratılıp gereğidir. Aynen bunun gibi ihsanın yaptıklarının, işlediği işlerin de toplumda tesiri bulunması yaratılış gereğidir. İşte bunun içindir ki, Allah’ın rahmeti insanlara, hudut tayin etmeyi, hayır ile şerrin, fayda ile zararın, ayrılması; için hüküm bildirmeyi gerektirmiş, bunun için peygamberler göndermiş, ki­taplar indirmiştir. O halde Allah’ın emirlerine karşı çıkan kendi nefsine zulmederek dünyada zillet ve rezillik, ahirette, ise azap çekmeye hak kazanmıştır.

Doğal etkilerin hayata; olan müdahalesi açıkça görülür. Beşer tavrının, işlerinin sosyal bütünlük içindeki etkisi öyle kolay kolay görülemez. Fakat gene de gözleri açık, zihni cevval, idraki geniş olan insanlar için bu tesiri görmek pek o kadar zor iş değildir.

Allah toplumda genel çıkarlar etrafında görüş birliği ve sevgi bağı ile ilişkilerde bulunmayı dünya hayatını rahat geçirme, ahirette de ebedî mutluluğa erişme sebebi kılmıştır. Dünya ve ahiret nimetleri bu yolla elde edilmektedir. Hasımlıkları, düşmanlıkları, parçalanmayı da her iki dünyada da kötü şartlar içinde yaşamak için sebep kılmıştır.

Birleşmeyen, güçlerini bir araya toplamayan insan­lar Allah’ın kanunları gereği düşmanlarının, ayak­lan altında ezilmeye mahkûmdur.

Tarihin derinliklerinde kalmış toplumlaşın ya da zamanımızdaki milletlerin' haline ibret nazarla­rıyla bakacak olan bir kimse, “Hepiniz Allah’ın ipi­ne sımsıkı sarılın.” “Birbirinizle çekişmeyin, yok­sa zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz gider.” (Âl-i İmran; 103, Enfal; 46) emrindeki sırrı, yasaklarındaki hikmeti idrak eder.

Kendisine güvenmenin doğru olmayacağı kimselere güven duymayı Allah, emniyetin bozulmasına, durumun kötüleşmesine sebep yapmıştır. Kim, kendisiyle hiç bir ilişkisi bulunmayan aralarında gerçek bir bağ, sağlam bir beraberlik olmayan, aynı zamanda hayra ve yardımlaşmaya düşman olan birisine tutmuş olduğu bir işte güvenirse; böyle bir adamdan medet uman insanın yöneldiği amaca ulaşması elbette ki imkânsızdır.

Gözleri kör olmayanlar “Ey iman edenler, be­nim düşmanım ve sizin de düşmanınız olanları dost; edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi göstermeyin.” (Mümtahine; 1) aytindeki yasaklamanın sırrını kolayca anlar. “Ey iman edenler! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşme­nizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmakta­dır, kalplerinizin gizlediği ise daha büyük. (Âl-i Îmran; 118) ayetleriyle yasakların, ne büyük faydalar ve hizmetleredayalı olduğunu, idrak eder.

Her kişinin, kendi milletinin fertleri arasında­ki durumuna göre yapması üzerine gerekli olan birtakım görevleri vardır ki, onunla dünya hayatında mutlu bir hayat, ahirette de iyi bir gelecek edinsin.

Halbuki o insanın tek bir kalbi vardır. Eğer bütün dikkatini tek şey üzerinde toplarsa, diğer şeyler de gevşek olur. Eğer şehvetine düşkün olursa, harcamada israfta bulunursa ve Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetlere karşı nankörlük ederse üzerine düşen farzları ihmal etmiş; kendini zarara sokmuş ve faydalı olanlardan da kendini mahrum etmiş olur. Hem dünyada, hem de ahirette nasibi an­cak ziyan olur. Hatta zararı sadece kendine ait olarak kalmaz, davranışlarının etkisinden çevresindekiler de kötü nasibini alır. Onun ahlaktan ve doğru yoldan uzaklaşması, kendi yakınlarının ve vatandaşlarının da doğru yoldan sapmasına sebep olur, kendi ailesinin vatandaşlarının başını da ateşe sokmuş olur.

İşte tatlı bir hayata dalarak görevlerini unutan insanların hali meydanda duruyor. Bunu görmemek için kör, duymamak için sağır olmak gerekir. Allah bize bunların durumları hakkında bilgi vermiştir. Öncelerini ve sonralarını bize haber vermiştir. Bunlara bakmakta büyük ibretler vardır.

“Bize karşı nankörlük eden nice kasabaları yok etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimseler oturabilmiştir ve oralara biz varis olmu­şuzdur.” (Kasas; 58) “Sonunda şımarık varlıklarını azapla yakaladığımız zaman, feryat ederler. Onla­ra şöyle deriz: Bugün feryat etmeyin, doğrusu kartımızdan bir yardım göremezsiniz.” (Mü’minun; 64-65) “Onlara işte bu, yeryüzünde haksız yere şımar­manız ve böbürlenmenizden ötürüdür, denir.” (Mü’min; 75) “Benim kitabımdan yüz çeviren kimsenin dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör ola­rak haşrederiz.” (Taha; 124)

İnsana ilimden çok az bir şey verilmiştir. Öyle ki insan kendi taşma özel çıkarlarını kile kavrayamaz. Kendi faydalarının kaynaklarını, elde etmek için; zararlarını da korunabilmek için keşfetmesi mümkün değildir. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır: Allah kendi cinsinden kimselerden yardım, istemesi için ona yol göstermiştir: “Sizi sırf birbirinizle ta­nışmanız için büyük cemiyetlere, küçük küçük ka­bilelere ayırdık.” (Hucurat; 13) Yardımlaşmaya muhtaç olarak yaratıldık, sabretmeye zorunluyuz ve Rabbimiz yardımlaşmaya davet ediyor.

Şimdi kişisel çıkarlar için aklın vereceği hüküm bu şekilde olunca, artık Allah tarafından bütün, bir milletin işleri iradesine bırakılan, milyonlarca in­sanın kaderine hâkim olan, bir kişi hakkında ne hü­küm verilir bir düşünülsün. Şüphesiz böyle bir şah­sın danışmaya ve düşünürlerin görüşlerinden yararlanmaya daha çok ihtiyacı vardır. Onun istişareye ihtiyacı özel işleriyle ilgili olanlardan daha fazladır. Bu ihtiyaç hüküm sürdüğü alan ne kadar genişse, o kadar büyük olur.

Allah hatadan korunmuş olan nebilerine bile, ümmetiyle istişare etmeyi, öğretim ve terbiye etmesi konusunda, danışma ve fikir almayı emretmiştir. “İşleri konusunda onlarla müşavere et.” (Al-i İmran 159) Bu doğru yoldan hangi göz kayar, hangi basiret gerçekten bu güçlü yola girmez.

“Söyleneni hiç düşünmezler mi? Yoksa onlara, önceki atalarına gelmeyen mi geldi” (Mü’minun; 68)

Bir milletin, bir memleketin işlerini yürütmeye sahip çıkan bir kişi iman gözlüğünden bakacak olursa, görür ki, işlerini yapmayı üzerine aldığı beldeler, ihtiraslı insanların hücum hedefleridir. Beşe­riyetin tabiatında bulunan hırs, komşuları tahrik eder. Çevresinde kendi ülkesini esir edilmek, zenginlikleri yağmalanmak istenecektir. O halde gerek yönetim makamında olanlar, gerekse yönetimde kendilerine yardımcı olanlar için, gerek askeri komutanlar için, kısaca bütün görüş sahihi kişiler için dışardan gelmesi mümkün olan tehlikeleri savmak üzere hazırlıklı bulunmak bir zorunluluk, bir farzdır.

Eğer bu saydığımız kişiler savunma gereçlerini hazırlamakta kusur ederler ise yahut çevredeki komşularının ihtiraslı bakışlarına engel olacak kuv­vete sahip olmakta gevşek davranırlarsa, veya ne surette olursa ölsün kuvvetlerini, güçlerini birleş­tirecek sebeplere sarılmaktan geri dururlarsa, hem memleketlerini, hem de kendilerini yok etmiş olurlar.

Bu o kadar açık bir gerçektir' ki, hem bilgili olanlar, hem de cahil olanlar rahatlıkla görürler: “Ey iman edenler, kâfirlere karşı, gücünüzün yetti­ği kadar kuvvet hazırlayın.” (Enfal; 60) Ayetin ifa­de ettiği açık anlam işte budur. Allah bir taraftan kuvvet hazırlamayı emrediyor diğer taraftan ise hazırlanacak kuvvetin derecesini gücünün izin ver­diği oranda, zamanın gereklerine, şartlarına uyma­mızı, hücumundan korkulan düşmanın gücünün hesaba katılmasını istiyor. Bu Allah’ın emridir. Gaf­lette olanı uyarır, dalgın olana hatırlatır: “Bu top­luluğa ne oluyor ki, hiç bir sözü anlamaya yanaş­mıyorlar.” (Nisa; 78)

Her hak sahibine hakkını vermek, her şeyi doğ­ru yolda sarf etmek, ülke yönetimini ehil olanlara vermek şüphesiz mülkü koruyacak, idareyi güçlen­direcek, hükümetin Otoritesini kabul ettirecek, asa­yiş ve emniyeti temin edecek, memleketi yıkıntılar­dan, insanları hastalıktan, toplumu sosyal sarsıntılardan uzak tutacak tedbirlerdir ki, akıl bunu açık seçik bir şekilde kabul eder. Zaten hayatın davamı için bu tarz hareket şarttır, Bütün yaratılmışın dü­zenine esas olan temiz şeriatın dilinden: “Allah şüp­hesiz adaleti, iyilik yapmayı emreder.” (Nahl 90) biçiminde emrolunan adaletin gereğidir. Beşeri top­luluklarda zulüm onun yıkılışına neden olur. Bun­dan dolayı ilahi emirler adalet üzerinde ısrarla durur. Özellikle bu emir ve yasaklar devlet adamla­rına hitap eder.

İslam’da adaletin müstesna bir yeri vardır. Al­lah hakkın temini için onu öne sürmüş, sayısız hayırlara vesile olarak adaleti göstermiştir. “Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır veril­miştir.” (Bakara; 269)

Adl, ilahi sıfatların en büyüklerinden biridir. “Allah adaletle hüküm verir. O latiftir, haberdardır.” (Mülk; 14)

Yeryüzünde dolaşıp, insanlık tarihi araştıran­lar, biraz görüş, sahibi iseler, görürler ki bir mül­kün felakete uğraması, güçlü bir saltanatın devril­mesi ancak uyuşmazlık ve ihtilaftan sonra ortaya çıkan bir olaydır. Yahut da ülkeyi savunmak için gerekli olan güç ve kuvveti toplamada ihmal veya devlet görevlerini ehil olmayan ellere teslim etmek­ten sonra ortaya çıkan işlerdir bunlar. Bütün bun­ların hepsi adaletin dışına çıkmaktan meydana ge­len kusurlardır. Bütün bunlar Allah’ın kanunlarına karşı gelmek anlamını taşır. Elbette ki Allah bu is­yanın karşılığını verir, bu en tabii bir sonuçtur.

Kur’an ayetlerini iyice araştırıp, İslam belde­lerinin başına gelen olayları ibret nazarları ile ele, alacak olursak, görürüz ki, içimizde Allah'ın emir­lerine sırt çevirenler, Allah’ın bize gösterdiği, bize öğrettiği yoldan sapanlar, nefislerin heveslerine ve şeytanın adımlarına uyanlar vardır. “Böylece bir topluluk nefislerinde olan iyi hali değiştirmedikçe Allah da ona vermiş olduğu nimeti değiştirmez. Al­lah işiten, bilendir.” (Enfal; 53)

O halde ümmetin ruhu, Muhammed milletinin önderi olan alimlerin hepsine görev düşüyor. Gaflete düşmüş olanları uyarmalı; kalpleri dinin farzlarından haberdar etmeli, cahillere yılgınlık göstermeden gerçeği, anlatmalı, kendilerinden önce geçmiş insanların hayatlarını ve ulaştıkları nimetleri bir bir sayarak, iknaya çalışmalı, doğru yola geldikleri takdirde Allah’ın kendilerine vereceği nimetleri bir bir sayıp dökmeli, şayet Hz. Peygamber’in ve onun arkadaşlarının sünnet ve hayatına dönmeyecek olurlarsa, uğrayacakları felaketleri göstermeli, Kur’an’a aykırı düşen bir bid’attan, her fena adetten uzaklaşmalarını söylemeli, eski kavimlerin hallerini, dinden uzaklaştıkları için başlarına gelen felaketleri anlatmalıdır. “Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı, ahiret azabı daha büyük­tür. Keşke bilselerdi.” (Zümer; 26)

Halkın bugün içine düştüğü umutsuzluğu gidermek âlimlerin ürerine düşen büyük görevdir. Bunun için Allah’ın vaadini hatırlatmalıdır. “Allah içinizden iman edip, Salih amel işleyenleri, yeryü­züne kesinlikle halef kılacağına, tıpkı onlardan ön­cekileri halef kıldığı gibi, onlar için razı olduğu din­lerini, kendileri için temelli yerleştireceğine ve kor­kularını kesinlikle güvene dönüştüreceğine söz vermiştir.” (Nur; 55)

İşte ulemanın temel görevi budur. Onlar Müslümanlar arasında az değillerdir. Allah’ın kendilerine yüklemiş olduğu görevlerde gevşeklik göstermemeleri gereklidir. Onlar dinin emanetçisi ve taşıyıcısıdırlar. İslam’ın bayrağını yüceltirler ve mü’minler üzerinde Allah’ın vasileridirler. Allah onla­ra hayırlı işlerinde yardımcı olsun ve onların uyarmalarıyla mü’minleri faydalandırsın.

El-Urvetul Vuska 
Cemaleddin AFGANİ-Muhammed ABDUH
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer