- 29-07-2015
- 0 yorum
- 4206 okunma
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, onların, orada, akledecek kalbleri ve işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, asıl göğüslerde olan kalpler körleşir.” (Hacc; 46)
Allah birçok kavimleri yok etti, birçok kabileyi yeryüzünden kaldırdı, memleketleri, yıktı ve Allah’ın adaleti hâlâ devam ederek, bir milleti başka milletle değiştiriyor, her zaman için başka insanlar yaratıyor. O, hikmet sahibidir. Rahmeti, gazabını geçmiştir. Her işin cezasını oluşturmuş ve hikmeti ile her hadisenin sebebini tayımı; etmiştir. “Rabbin, kimseye haksızlık etmez.” (Kehf; 49)
O’nun işleri hiç bir zaman plansız, ölçüsüz değildir. Kendisinden hiç bir zaman lüzumsuz şey ortaya çıkmamıştır.
“De ki: yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da, yalanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün.” (En’am; 11) Allah'ın kullarına yeryüzünde gezmelerini emretmesi; fraklı kazasını ve adil hükmünü, onlardan halef-selef olan kimselere göstermesi, böylece emirlerine itaat edip tespit ettiği sınırları geçmemeleri şartıyla dünya hayrına ye ahiret saadetine kavuşmaları idi. Anlayışlı kalbi, gören gözü ye kavrayan akli olan kimse, dünya hadiselerini takip ederse, milletlerin, bir halden öbür hale geçmelerini düşünür, geçmiş nesillerin tarihlerine dalar; Allah’ın kitabında bize anlattıklarından ders alırsa, her türlü şüpheden uzak olarak şu gerçeklere ulaşır: Hiç bir millete, o millet Allah’ın Çizdiği sınırları çiğnemeden, herhangi bir bela vb. zarar dokunmadı. Adil emirleri bırakarak, şeriatın gösterdiği yoldan saparak, hükümlerini değiştirerek, Allah’ını kelamını kendi heveslerine göre tevil ederek kendi kendilerine zulmettiler.
Savaşların, mevsim ve hava değişikliklerinin insan mizaçlarında meydana getirdiği tesir yaratılıp gereğidir. Aynen bunun gibi ihsanın yaptıklarının, işlediği işlerin de toplumda tesiri bulunması yaratılış gereğidir. İşte bunun içindir ki, Allah’ın rahmeti insanlara, hudut tayin etmeyi, hayır ile şerrin, fayda ile zararın, ayrılması; için hüküm bildirmeyi gerektirmiş, bunun için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir. O halde Allah’ın emirlerine karşı çıkan kendi nefsine zulmederek dünyada zillet ve rezillik, ahirette, ise azap çekmeye hak kazanmıştır.
Doğal etkilerin hayata; olan müdahalesi açıkça görülür. Beşer tavrının, işlerinin sosyal bütünlük içindeki etkisi öyle kolay kolay görülemez. Fakat gene de gözleri açık, zihni cevval, idraki geniş olan insanlar için bu tesiri görmek pek o kadar zor iş değildir.
Allah toplumda genel çıkarlar etrafında görüş birliği ve sevgi bağı ile ilişkilerde bulunmayı dünya hayatını rahat geçirme, ahirette de ebedî mutluluğa erişme sebebi kılmıştır. Dünya ve ahiret nimetleri bu yolla elde edilmektedir. Hasımlıkları, düşmanlıkları, parçalanmayı da her iki dünyada da kötü şartlar içinde yaşamak için sebep kılmıştır.
Birleşmeyen, güçlerini bir araya toplamayan insanlar Allah’ın kanunları gereği düşmanlarının, ayaklan altında ezilmeye mahkûmdur.
Tarihin derinliklerinde kalmış toplumlaşın ya da zamanımızdaki milletlerin' haline ibret nazarlarıyla bakacak olan bir kimse, “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.” “Birbirinizle çekişmeyin, yoksa zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz gider.” (Âl-i İmran; 103, Enfal; 46) emrindeki sırrı, yasaklarındaki hikmeti idrak eder.
Kendisine güvenmenin doğru olmayacağı kimselere güven duymayı Allah, emniyetin bozulmasına, durumun kötüleşmesine sebep yapmıştır. Kim, kendisiyle hiç bir ilişkisi bulunmayan aralarında gerçek bir bağ, sağlam bir beraberlik olmayan, aynı zamanda hayra ve yardımlaşmaya düşman olan birisine tutmuş olduğu bir işte güvenirse; böyle bir adamdan medet uman insanın yöneldiği amaca ulaşması elbette ki imkânsızdır.
Gözleri kör olmayanlar “Ey iman edenler, benim düşmanım ve sizin de düşmanınız olanları dost; edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi göstermeyin.” (Mümtahine; 1) aytindeki yasaklamanın sırrını kolayca anlar. “Ey iman edenler! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinizin gizlediği ise daha büyük. (Âl-i Îmran; 118) ayetleriyle yasakların, ne büyük faydalar ve hizmetleredayalı olduğunu, idrak eder.
Her kişinin, kendi milletinin fertleri arasındaki durumuna göre yapması üzerine gerekli olan birtakım görevleri vardır ki, onunla dünya hayatında mutlu bir hayat, ahirette de iyi bir gelecek edinsin.
Halbuki o insanın tek bir kalbi vardır. Eğer bütün dikkatini tek şey üzerinde toplarsa, diğer şeyler de gevşek olur. Eğer şehvetine düşkün olursa, harcamada israfta bulunursa ve Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetlere karşı nankörlük ederse üzerine düşen farzları ihmal etmiş; kendini zarara sokmuş ve faydalı olanlardan da kendini mahrum etmiş olur. Hem dünyada, hem de ahirette nasibi ancak ziyan olur. Hatta zararı sadece kendine ait olarak kalmaz, davranışlarının etkisinden çevresindekiler de kötü nasibini alır. Onun ahlaktan ve doğru yoldan uzaklaşması, kendi yakınlarının ve vatandaşlarının da doğru yoldan sapmasına sebep olur, kendi ailesinin vatandaşlarının başını da ateşe sokmuş olur.
İşte tatlı bir hayata dalarak görevlerini unutan insanların hali meydanda duruyor. Bunu görmemek için kör, duymamak için sağır olmak gerekir. Allah bize bunların durumları hakkında bilgi vermiştir. Öncelerini ve sonralarını bize haber vermiştir. Bunlara bakmakta büyük ibretler vardır.
“Bize karşı nankörlük eden nice kasabaları yok etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimseler oturabilmiştir ve oralara biz varis olmuşuzdur.” (Kasas; 58) “Sonunda şımarık varlıklarını azapla yakaladığımız zaman, feryat ederler. Onlara şöyle deriz: Bugün feryat etmeyin, doğrusu kartımızdan bir yardım göremezsiniz.” (Mü’minun; 64-65) “Onlara işte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür, denir.” (Mü’min; 75) “Benim kitabımdan yüz çeviren kimsenin dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.” (Taha; 124)
İnsana ilimden çok az bir şey verilmiştir. Öyle ki insan kendi taşma özel çıkarlarını kile kavrayamaz. Kendi faydalarının kaynaklarını, elde etmek için; zararlarını da korunabilmek için keşfetmesi mümkün değildir. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır: Allah kendi cinsinden kimselerden yardım, istemesi için ona yol göstermiştir: “Sizi sırf birbirinizle tanışmanız için büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık.” (Hucurat; 13) Yardımlaşmaya muhtaç olarak yaratıldık, sabretmeye zorunluyuz ve Rabbimiz yardımlaşmaya davet ediyor.
Şimdi kişisel çıkarlar için aklın vereceği hüküm bu şekilde olunca, artık Allah tarafından bütün, bir milletin işleri iradesine bırakılan, milyonlarca insanın kaderine hâkim olan, bir kişi hakkında ne hüküm verilir bir düşünülsün. Şüphesiz böyle bir şahsın danışmaya ve düşünürlerin görüşlerinden yararlanmaya daha çok ihtiyacı vardır. Onun istişareye ihtiyacı özel işleriyle ilgili olanlardan daha fazladır. Bu ihtiyaç hüküm sürdüğü alan ne kadar genişse, o kadar büyük olur.
Allah hatadan korunmuş olan nebilerine bile, ümmetiyle istişare etmeyi, öğretim ve terbiye etmesi konusunda, danışma ve fikir almayı emretmiştir. “İşleri konusunda onlarla müşavere et.” (Al-i İmran 159) Bu doğru yoldan hangi göz kayar, hangi basiret gerçekten bu güçlü yola girmez.
“Söyleneni hiç düşünmezler mi? Yoksa onlara, önceki atalarına gelmeyen mi geldi” (Mü’minun; 68)
Bir milletin, bir memleketin işlerini yürütmeye sahip çıkan bir kişi iman gözlüğünden bakacak olursa, görür ki, işlerini yapmayı üzerine aldığı beldeler, ihtiraslı insanların hücum hedefleridir. Beşeriyetin tabiatında bulunan hırs, komşuları tahrik eder. Çevresinde kendi ülkesini esir edilmek, zenginlikleri yağmalanmak istenecektir. O halde gerek yönetim makamında olanlar, gerekse yönetimde kendilerine yardımcı olanlar için, gerek askeri komutanlar için, kısaca bütün görüş sahihi kişiler için dışardan gelmesi mümkün olan tehlikeleri savmak üzere hazırlıklı bulunmak bir zorunluluk, bir farzdır.
Eğer bu saydığımız kişiler savunma gereçlerini hazırlamakta kusur ederler ise yahut çevredeki komşularının ihtiraslı bakışlarına engel olacak kuvvete sahip olmakta gevşek davranırlarsa, veya ne surette olursa ölsün kuvvetlerini, güçlerini birleştirecek sebeplere sarılmaktan geri dururlarsa, hem memleketlerini, hem de kendilerini yok etmiş olurlar.
Bu o kadar açık bir gerçektir' ki, hem bilgili olanlar, hem de cahil olanlar rahatlıkla görürler: “Ey iman edenler, kâfirlere karşı, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın.” (Enfal; 60) Ayetin ifade ettiği açık anlam işte budur. Allah bir taraftan kuvvet hazırlamayı emrediyor diğer taraftan ise hazırlanacak kuvvetin derecesini gücünün izin verdiği oranda, zamanın gereklerine, şartlarına uymamızı, hücumundan korkulan düşmanın gücünün hesaba katılmasını istiyor. Bu Allah’ın emridir. Gaflette olanı uyarır, dalgın olana hatırlatır: “Bu topluluğa ne oluyor ki, hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar.” (Nisa; 78)
Her hak sahibine hakkını vermek, her şeyi doğru yolda sarf etmek, ülke yönetimini ehil olanlara vermek şüphesiz mülkü koruyacak, idareyi güçlendirecek, hükümetin Otoritesini kabul ettirecek, asayiş ve emniyeti temin edecek, memleketi yıkıntılardan, insanları hastalıktan, toplumu sosyal sarsıntılardan uzak tutacak tedbirlerdir ki, akıl bunu açık seçik bir şekilde kabul eder. Zaten hayatın davamı için bu tarz hareket şarttır, Bütün yaratılmışın düzenine esas olan temiz şeriatın dilinden: “Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı emreder.” (Nahl 90) biçiminde emrolunan adaletin gereğidir. Beşeri topluluklarda zulüm onun yıkılışına neden olur. Bundan dolayı ilahi emirler adalet üzerinde ısrarla durur. Özellikle bu emir ve yasaklar devlet adamlarına hitap eder.
İslam’da adaletin müstesna bir yeri vardır. Allah hakkın temini için onu öne sürmüş, sayısız hayırlara vesile olarak adaleti göstermiştir. “Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir.” (Bakara; 269)
Adl, ilahi sıfatların en büyüklerinden biridir. “Allah adaletle hüküm verir. O latiftir, haberdardır.” (Mülk; 14)
Yeryüzünde dolaşıp, insanlık tarihi araştıranlar, biraz görüş, sahibi iseler, görürler ki bir mülkün felakete uğraması, güçlü bir saltanatın devrilmesi ancak uyuşmazlık ve ihtilaftan sonra ortaya çıkan bir olaydır. Yahut da ülkeyi savunmak için gerekli olan güç ve kuvveti toplamada ihmal veya devlet görevlerini ehil olmayan ellere teslim etmekten sonra ortaya çıkan işlerdir bunlar. Bütün bunların hepsi adaletin dışına çıkmaktan meydana gelen kusurlardır. Bütün bunlar Allah’ın kanunlarına karşı gelmek anlamını taşır. Elbette ki Allah bu isyanın karşılığını verir, bu en tabii bir sonuçtur.
Kur’an ayetlerini iyice araştırıp, İslam beldelerinin başına gelen olayları ibret nazarları ile ele, alacak olursak, görürüz ki, içimizde Allah'ın emirlerine sırt çevirenler, Allah’ın bize gösterdiği, bize öğrettiği yoldan sapanlar, nefislerin heveslerine ve şeytanın adımlarına uyanlar vardır. “Böylece bir topluluk nefislerinde olan iyi hali değiştirmedikçe Allah da ona vermiş olduğu nimeti değiştirmez. Allah işiten, bilendir.” (Enfal; 53)
O halde ümmetin ruhu, Muhammed milletinin önderi olan alimlerin hepsine görev düşüyor. Gaflete düşmüş olanları uyarmalı; kalpleri dinin farzlarından haberdar etmeli, cahillere yılgınlık göstermeden gerçeği, anlatmalı, kendilerinden önce geçmiş insanların hayatlarını ve ulaştıkları nimetleri bir bir sayarak, iknaya çalışmalı, doğru yola geldikleri takdirde Allah’ın kendilerine vereceği nimetleri bir bir sayıp dökmeli, şayet Hz. Peygamber’in ve onun arkadaşlarının sünnet ve hayatına dönmeyecek olurlarsa, uğrayacakları felaketleri göstermeli, Kur’an’a aykırı düşen bir bid’attan, her fena adetten uzaklaşmalarını söylemeli, eski kavimlerin hallerini, dinden uzaklaştıkları için başlarına gelen felaketleri anlatmalıdır. “Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı, ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilselerdi.” (Zümer; 26)
Halkın bugün içine düştüğü umutsuzluğu gidermek âlimlerin ürerine düşen büyük görevdir. Bunun için Allah’ın vaadini hatırlatmalıdır. “Allah içinizden iman edip, Salih amel işleyenleri, yeryüzüne kesinlikle halef kılacağına, tıpkı onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onlar için razı olduğu dinlerini, kendileri için temelli yerleştireceğine ve korkularını kesinlikle güvene dönüştüreceğine söz vermiştir.” (Nur; 55)
İşte ulemanın temel görevi budur. Onlar Müslümanlar arasında az değillerdir. Allah’ın kendilerine yüklemiş olduğu görevlerde gevşeklik göstermemeleri gereklidir. Onlar dinin emanetçisi ve taşıyıcısıdırlar. İslam’ın bayrağını yüceltirler ve mü’minler üzerinde Allah’ın vasileridirler. Allah onlara hayırlı işlerinde yardımcı olsun ve onların uyarmalarıyla mü’minleri faydalandırsın.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net