- 21-08-2014
- 0 yorum
- 3631 okunma
“ Nerede olursanız olun, isterseniz güçlendirilmiş burçlarda, ölüm sizi bulacaktır. De ki kendisinden kaçtığınız ölümle muhakkak karşılaşacaksınız.” (Nisa; 78)
Tarihin sayfaları ve görgü şahitleri; bir takım insanların akıllara sığmayan düşünceleri donduran, garip davranışlarına tanık olmuştur. Zayıf akıllılar bunları, zaman peygamberlik zaman olmadığı halde mucize saymış, fevkalade işler olarak değerlendirilmişlerdir. Yıldızların hareketleri ve talih oyunları akılsız kimselerin bunları şans eseri olarak zannetmelerine yol açmıştır. Hâlbuki bu kimseler sebepleri anlamaktan, doğruyu görmekten aciz kimselerdir. Ama Allah Teâlâ’nın hikmeti verdiği ve hidayete ulaştırdığı kimseler bilirler ki; en büyük hikmet sahibi olan Allah her olayı bir sebebe bağlı olarak yaratmıştır. O, insanı diğer yaratıklarının arasından akıl nimetini bahşederek çıkarmış, ona ruhi bir güç vermiştir. İnsan bu ikisini kullanarak çok acayip şeyler ortaya çıkarabilir. Dini görevleri de odak noktasını bu iki unsur oluşturur. İnsan bunları kullanarak akıl sahiplerinin katında övgüyü veya yergiyi, Allah katında ise sevap veya cezayı hak eder.
Basiret sahibi bir insan doğru bir karşılaştırmaya giderse insani güçlerin ve beşeri fıtratın benzerliğini ve yakınlığını görür. Bu, insanların akıl ve idrak bakımından yakın bir seviyede bulunduklarına delalet eder. Sağlıklı düşünce, bu kimseye, Allah’ın her insanı olgunluğa ulaşabilecek şekilde yarattığını ve ona, değerli işler yapabilecek yeteneği verdiğini gösterir. Ancak insanlar arasında ayrılığa ve seviye farklılığına yol açan şey dikkatli bakış ve inceleme gücüdür. Hayret edilecek bir nokta… Her insanda olgunluğa fıtri bir hazırlık var. Bununla birlikte her birinde ferdi olarak kendini gösterme büyük işler yaparak diğerlerinden ayrılma güdüsü de var. Yüce Allah, nimetinin genelliğinin bir gereği olarak hiç bir istekliyi boş çevirmemekte, hayal kırıklığına uğratmamaktadır. İnsan gayesinde sadık olursa ve ciddiyetini muhafaza ederek çalışırsa, istediği hedefe ulaşabilir.insanlardan büyük bölümünü düşük seviyelere iten, Allah’ın onlar için hazırladığı olgunluk makamına ulaşmalarını engelleyen ve güdüsel arzularına sevk eden illet ne olabilir ki?.. Hele insanlar, Allah’ın adaletine inanmış onun vaadini doğrulamış; iyilikleri için sevap umup, hataları için cezadan korkmuş ve her nefsin yaptıklarının karşılığını göreceği kıyamet gününü itiraf etmişse, nasıl böyle bir duruma düşebilir.”Kim, zerre ağırlığında iyilik yaparsa karşılığını; kim de, zerre miktar kötülük yaparsa karşılığını görecektir.” İnsanları çalışmaktan alıkoyan, onları zillete sürükleyen acaba nedir? Olayları sebeplere bağlayıp gerçekleri görmek istersek karşımızda bütün hastalıkların başı ve tüm zaaflarımızın yegâne kaynağı ola şu hastalığı görürüz: “Korkaklık.”
Memleketleri kökünden sarsan, yapılarını çökerten işte bu korkaklıktır. Halkların ilişkilerini kopartan, düzenlerini bozan budur. Kralların azimlerini yıkan, tahtlarını deviren odur. Ulemanın kalplerini zayıflatan, seslerini kısan, iyilik isteyenlere kapıları kapatan, hidayet kaynaklarını arayanlardan saklayan, benliklere zillete tahammülü kolaylaştıran aşağılığın getireceği kötü durumları onlara hafif gösteren, köleliğin ağır yükünü azaltan, işte bu korkaklıktır. O, insana ihaneti sabırla karşılamayı, istemediği şeyin önünde ezik düşmeyi telkin edip kanı çekilmiş sırtları daha ağır zorlukları yüklenmeye hazırlar. Korkaklar bunun farkına varmayıp şecaat ve cesaret arz ettiklerini zannederler. Korkaklık insana kanlı ölüme yaklaşmasını engelleyen bir utanç elbisesini giydirir. Hâlbuki temiz ruhlarda bu, yüce ve büyük bir davranıştır. Korkak kimse aşağılığın getirdiği zorlukları kolay, yoksulluğun yol açtığı sıkıntıları refah zanneder.
“Zelil düşüne zillet kor gelmez, ölüye yara hiç acı vermez.”
Aksine o, her an ölüm acılarını içine atar. Her halükarda düşmanları görebilecek gözü kalmazsa bile, durumdan razıdır. Gözleri ancak kendisine verileni görür. Onun öfkeden hırlayacak bir nefsi, acıları hissedecek bir duygusu kalmamıştır, işte onun hayatı: Hiçbir şeye sahip olmadığı halde, kanaatle her şeyini yitirmiş, amacına ulaşıp niyetinin gerçekleştiğini zannetmiş bir kimse.
Korkaklık nedir? İnsanın durumuna uygun olmayan bir engele karşı direnme gücünü zayıflatan bir duygudur. O, ruh hastalıklarından biridir. Allah’ın tabii hayatın esaslarından biri kıldığı varlığı koruma günü giderir. Çok çeşitleri vardır. Ancak özüne bakılırsa hepsinin ölüm korkusuna döndüğünü görürüz. Kuşkusuz ölüm, herkesin tadacağı ve varacağı bir olgudur. Doğuştan sonra insan, her an için ölümle karşı karşıyadır. Zamanını Allah’tan başka kimse bilmez. “Kişi yarın ne yapacağını ve nerede öleceğini bilemez.” Ölüm korkusu öyle bir dereceye varır ki; bu öldürücü hastalık insanı mutlaka sondan gaflete düşürerek Allah’ın insan için hazırladığı dünya ve ahret saadetini görmesini engeller. Oysa insan, kendisi için yaratılan yetenekleri ve güçleri kullansa durum daha değişik olur. Evet, insan kendinden gaflete düşerek Allah’ın hayatı koruyucu olarak yarattığı secaat ve cesaretin ölüm nedeni olduğunu zanneder. Cahil, her adımda helak olacağını ve kendisini bir tehlikenin beklediğini kuruntular. Hâlbuki önündeki insani olaylara bir defa baksa ve yücelik uğrunda çalışanların elde ettikleri başarıları, yollarının üzerlerinde hafifleştirdikleri zorlukları bir görse, tüm bu endişelerinin aslında kuruntu ve boş şeyler olduğunu anlayacaktır. Bunlar, şeytanın vesveseleri, Allah yolundan çevirmek için hileleri ve iyiliklere ulaşmayı engellemek için kurduğu tuzaklardır.
Korkaklık zamanın şartları ve zorluklarının, insanı aldatmak için hazırladığı bir hiledir. O, halkları ve ulusları sindirir. Korkaklık şeytanın; Allah’ın kullarını avlamak ve onları o’nun yolundan çevirmek için kullandığı bir ağıdır. O, her rezaletin nedenidir. Sevilmeyen huyların, yokluğun, fesadın ve küfrün yayıcısı; mikrobu ve çağrıcısıdır. Cemaatleri dağıtıp ilişkileri koparır, orduları hizmete uğratıp bayrakları indirir; sultanları yücelikten alçaklığa düşürür. Hainleri savaş esnasında hıyanete sevk eden korkudan başka nedir? Alçakların ellerini rüşvet pisliğine dokunmaya iten korkudan başka nedir? Belki bu misalden sonra düşünebilirsiniz ve yoksulluktan korkunun da aslında ölümden korku olduğunu anlarsınız. Yalan, nifak vesair insan hayatını ifsad eden hastalıkların yegâne kaynağı korkaklıktır. Korkaklık, karakter sahibi bir insanın üzerindeki utanç lekesidir. Hele Allah’a, Resulüne, Ahiret gününe inanıp çalışmalarının sonucu olarak sevap elde edeceklerini ümit eden müminler için böyle bir leke çok daha büyük olacaktır.
Müslümanlar dini temellerinin gerektirdiği çerçevede, insanlığın bu aşağılık sıfattan en uzak olan kesimi oluşturmalıdır. Zira o, Allah’ın hoşnutluğunu elde etme yolunda yapılacak çalışmaların en büyük engelidir. Oysa Müslümanlar O’nun hoşnutluğundan başka bir şey ummazlar. Kur’an’ı okuyanlar Allah Teâlâ’nın ölüm sevgisini iman alameti olarak gösterdiğini idrak edeceklerdir. O, inat edenlerin kalplerini ölümle sınamış ve kâfirleri zemmederken şöyle buyurmuştur: “Ellerinizi çekip namazınızı kılın ve zekatınızı verin diyenleri görmedin mi? Savaş, onlara farz kılındığında insanlardan Allah kadar veya daha fazla korkan bir bölümü şöyle dediler; Rabbimiz, bize niçin savaşı farz kıldın. Keşke bizi yakın bir süreye erteleseydin.” Hakkın yolunda ileri atılmak, mallarını ve canlarını O’nun sözünü yükseltmek için harcamak gerçek müminlerin özelliklerindendir. Kur’an’ı Kerim’de, namazın kılınması, zekâtın verilmesi ve yasaklardan kaçınılmasıyla yetinilmemmiş ve bunların mümin, fakir, münafık herkesin yapabileceği ifade edilerek gösterilmiştir. Daha da öte, bu esasın yokluğu durumunda diğerleri değerlendirilmeyecek birer unsur olarak sayılmıştır. Hiç kimse tek bir kalpte İslam’la korkaklığın bir araya geleceğini zannedemez. Her parçası şecaat arz eden, cephede ileri atılmayı teşvik eden, temeli Allah’ın ihlası olan, Allah’ın rızasını elde etmekten başka bir şeyi düşünmeyen, nasıl bu derece adi bir hasletle bir araya getirilebilir.
Mümin, ecelin Allah’ın elinde olduğunu ve dilediği şekilde üzerinde tasarruf yapabileceğini, cihad gibi görevleri edada göstereceği gevşekliğin ecelinde bir uzatmaya gidemeyeceğine Allah yolunda öne atılmanın ömrünü asla eksiltmeyeceğini bilen kişidir. Mümin kendisi için şu iki güzel şeyden birini bekler: Ya izzet içinde yaşamayı; ya da Allah’a yakın bir şekilde mutluca ölmeyi. Bu durumda ruhu semanın en yüksek katlarına yükselecek ve orada mukarrebun melekleriyle buluşacaktı.
Hz. Muhammed (a.s)‘ın getirdiği imanla korkaklığın aynı çatı altında bir araya gelebileceğini zanneden kimse ancak ve ancak kendini aldatmıştır, aklını oynatmış ve imandan zerre miktarı sahiplenmemiş bir kimsedir. Ku’an’ın her ayeti; korkağın sadece iman iddiası yolunda bir şeyler kazanılabildiğini gözler önüne sermektedir. Enbiyanın varisleri olan ulemadan dileğimiz: Hakkı yüceltmeleri, Allah’ın ayetlerini açıkça hatırlatmaları, Allah Teâlâ’nın adını yüceltme uğruna cihad etmeye davet eden buyruklarını dile getirmeleri ve Allah’ın farz kıldığı görevlerde gecikme ve ihmalkârlıktan halkı menetmeleridir. Ulemanın iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamaya dair gelen farzı yerine getirmeleri halka Kur’an’ın manalarını açıklamaları ve onu müminlerin nefislerinde yeniden canlandırmaları bunun, İslam ümmeti üzerinde zikri asırlarca sürecek bir tesir bırakacağı kanısındayız. Bir gün İslam ümmetinin dünya zaferini tekrar elde edeceğine, müminlerin geçmişlerinden miras aldıkları varlıkla ve kalplerindeki inanç eserleriyle az bir uyarı ve hatırlatma sonucunda aslanlar gibi ayağa kalkacaklarını, yitirdiklerini geri atıp, var olanı koruyacaklarına ve Allah katında büyük bir mekan elde edeceklerine inanıyoruz!
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net