- 07-09-2014
- 0 yorum
- 4217 okunma
Allame Muhammed İkbal büyük bir filozof, şair, İslam dünyasının, dini ve siyasi, ünlü bir düşünür liderdir. 1877 yılında Sialkod’da doğdu. 1938 yılında öldüğünde Lahor’un tarihi büyük camisinin haziresine gömüldü. Onun hayatı ve çalışmaları ideal bir mü’minin büyük isteklerini ve mukaddes amaçlarını sembolize eder. İkbal, Hindistan’da ve bütün Müslüman dünyasında politik, kültürel, edebi ve sosyal hayatta silinmez etkiler bırakan büyük Müslümanlardan biridir. Belki, İkbal kadar hiçbir şair-filozof, insan zihninin nitelik olarak ve yoğun bir şekilde etkilemedi. (Allah’ın bir lütfu olan) Pakistan onun karizmatik kişiliğinin birçok sonuçlarından biri ve onun rüyalarının tahakkukudur. Ayrıca Müslüman dünyasının farklı bölgelerinde devam eden gelişmelerinde de onun eleştirel düşüncelerinin ve heyecan verici şiirlerinin etkilerini inkâr etmek mümkün değildir. Bu, dünyanın mevcut sömürge güçlerine karşı reaksiyoner bir tavır niteliğindedir.
Ben bu tebliğde, çeşitli şekillerde ve birçok düzeyde yükselmekte olan Müslümanların bilinçlenmesine ve İslami dirilişe İkbal'in yaptığı katkıyı kısaca anlatmaya çalışacağım. Özelde, İslam dünyası emperyalizm’in bir hedefiydi Osmanlı İmparatopluğu görünüşte bağımsız olmasına rağmen gerçekte Avrupa’nın ölümle cedelleşen hasta adamıydı. 1916’da Mekke Şerif’inin ayaklanmasıyla Türklerin mevcut prestijleri tamamen sarsıldı. Mustafa Kemal Atatürk halifeliğe son verdi. Vaatlerine ve demeçlerine aykırı olarak Britanyalılar birçok Türk toprağını işgal etti. Bu ahlaksız ve kanunsuz durum için de çeşitli iddialar ve mazeretler buldular. 1917’de yayınlanan Balforous Deklarasyonu ile Filistin’de Siyonist bir devletin temelleri atıldı. Bu, Ortadoğu’da durumu gittikçe daha karışık hale getirmişti.
Hindistan’daki durum bundan daha farklı değildi. İngilizlerin politik hegemonyalarının yanı sıra Hindistanlılar zihni ve sosyal olarak da sömürü kıskacındadır. Bengalin idari olarak bölünmesinin ertelenmesi (1911), Kampur Cami ve Jalinanuala Bagh (1913) ile Amritsar (1919) felaketleri ve diğer bazı sebepler Hindistan sebepleri arasında tam bir parçalamaya neden oldu.
Allah, İkbal’e büyük bir sezgi kabiliyeti bağışlamıştı. O, bir hayli olumsuz durumlarda bile umudunu yitirmemiş, Müslümanlar için hep aydınlık bir gelecek hayal etmiştir. Bang-ı Dara (The Caravans Bell) dönemindeki Şiilerine baktığımız zaman, onun emperyalizmin yaklaşan ölümü ve İslami değerlerin güçlenme ve ilerlemesinde mükemmel bir yükselmeden (iyileşmeden) emin olduğunu, hiç kuşkusu olmadığını görüyoruz. Bang-ı Dara (The Caravans Bell) zaferden emin bir şekilde güven aşılayan bir tonda Müslümanlıkların aydınlık geleceğini (yarınlarını) terennüm eder.
Loş yıldızlar aydınlık bir sabahın delilidir (göstergesidir). Güneş ufuk üzerinde yükseldi, derin bir uykuyla geçen zaman geçti gitti. İnananlar bir kez daha Allah’ın sarayından Türklerin şanını, Hindistanlıların zekâsını ve Arapların belagatını almak için çoğalmışlardır.
İdeal toplum anlayışından bir prensip ortaya çıkar. Sen Asya kıtasındaki ulusların gardiyanısın.
Dünyada itikat sahibi insanlar güneş gibidir (güneş gibi yaşar). Onlar burada batıp orada doğar ve orada batıp burada doğarlar.
Sen nebrin akıntısının gücünü gördün. Şimdi de çalkalanan dalgaların nasıl bir zincir (silsile) teşkil ettiklerini ve Müslümanların tam bir özgürlük kazanma rüyalarının ve bunun yorumunu görürsün.
Daha önce de belirtildiği gibi Müslüman ülkelerin çoğu batılı sömürge güçlerin boyunduruğu altındaydı. Kuşkusuz, bu şartlarda İslami diriliş hakkında konuşmak deli bir adamın zırvası/rüyası olarak göründü. Fakat İkbal’in yaptığı büyük bir güven ve sağlam bir inançla evrensel İslam devrimi hakkında kehanette bulunmaktı.
Bir keresinde, bir gazeteci ile yaptığı röportaj sırasında şunları söylemişti: “Kesinlikle İslam üniversal bir devlet için sabırsızlıkla beklemektedir. Bu devlet etkin farklılıkların üzerinde, kişisel, bireysel, otokritik güce dayanan ve kapitalist politikalardan tamamen bağımsız olacaktır. İnsanoğlu kendi evrensel tecrübeleri doğrultusunda böyle bir devleti kurma gücüne sahiptir. Müslüman olmayanlar için belki bu bir rüya gibi görünebilir. Fakat Müslümanlar için teslim olunması gereken imani bir şarttır.”
Onun İslam’ın aydınlık geleceği hususuna derin bir inancı ve güveni vardır. Bu anlayış doğrultusunda İslami dirilişi bir bütün olarak içine alan çalışmalara devam ettiğini görüyoruz. Çalışmaları kendisinden önce gelenlerinin çalışmalarının bir devamı niteliğindedir. Bunlar Ömer bin Abdulaziz, Ahmet bin Hanbel, İmam Gazali, Şeyh Ahmed Serhendi, Şah Veliyullah, Seyyid Ahmet Şahed, Seyyid Cemaleddin Efgani, Mevlana Mahmud Hasan, Ahbar Allah Abadi ve İslam dünyasının değişik bölgelerinde yüzyıllardır çalışan dava adamlarıdır.
İkbal, Müslümanlar arasında hüküm süren durgunluk ve cehaletten dolayı büyük bir ızdırap ve hüzün içinde olduğunu ifade etmiş, Müslümanların şuurunu ve kendi kendilerine olan güvenlerini arttırmaya çalışmıştır.
Eyvab, kervan bütün servetini kaybetti ve hala ne bir hüzün vardır, ne de büyük bir kayıptan dolayı ızdırap.
Bireylerin karakter ve davranışlarında pozitif bir değişme olmaksızın toplumda olumlu ve kalıcı bir devrim ihtimali yoktur. İkbal bunu şöyle ifade eder: “Bireyler kendilerini değiştirmedikleri sürece hiçbir ulus ıslah edilemez.” Buradan yola çıkarak sağlam karakterli ve kabiliyetli insanların toplumun ilerlemesinde birinci derecede rol oynadıkları söylenebilir. İkbal “karakter enerjisinin krallığı” der. Ayrıca “Karakter uluslarının karakterlerine sirayet eden gizli bir güçtür.” Karakterleri sağlamlaştırmak ve korumak için dinin rolünü vurgulayan İkbal’e göre, “Din hayattaki en önemli şeydir.” Din bazı sapıklıklardan korur. Dinin bu öneminden dolayı ikbal, Goethe’nin ünlü “Sanat halen gerçekliktir (Truth), onun sığınak yap” sözündeki (Dictum) “Sanat” kelimesinin yerine “Dini” koyar. İkbal’e göre din halen hakikattir ve de insanoğlunun tek sığınağı hakikattir.
İkbal’in görüşlerinin ve kavramlarının bir bütün olarak gelişmesi bu temel karşıdır. Kişi (nefs), bencil olmamak ve aşk kavramlarını (inşa edici bir güç olarak) ile ideal ve mükemmel insan ve fakr kavramları (takva ve ehli, adil, müşfik, cömert, bencil olmayan ve özgüven sahibi bir karakter) ve ikbalin düşünce ve fikir cephesinin diğer yönleri İslami diriliş için onun yaptığı mücadelenin sadece cüzi bir parçasıdır. Onun düşüncelerinin gelişmesine baktığımız zaman “Biz Hindistanlıyız bizim evimiz Hindistan’dır, biz Müslümanız, bütün dünya bizimdir” anlayışında büyük bir sıçrayış olduğunu görüyoruz.
İkbal gençliğinde hareketli bir milliyetçidir. Fakat 1905-1908 yıllarında Avrupa’da bulunduğu süre boyunca materyalist milliyetçilikle mücadele etti.
Bu sıralarda Avrupa’nın bütün büyük milletleri bu milliyetçi akımı içine çekmiştir/itilmiştir. Ulus olarak üstün olma kompleksi ve hırsı onları toprağa aç bir hale getirdi. Buna bir tepki olarak İkbal büyük bir iç devrim yaşadı. Bu tecrübe hakkın bir mektubunda şöyle yazar “Avrupa’daki hayat olgun bir Müslüman karakterlerini ortaya çıkarır” millet (milat) kavramını keşfi onu İslami birlik fikrine götürdü. Oldukça romantik bir şekilde şöyle söyler:
Nil havzasında Kaşkar çöllerine, kutsal üzerinde, Müslümanlar birleşebilir mi?
Buradan anlaşılacağı üzere, o din ve politika arasında bir ayrılık, bir çelişme olduğu fikrini kabul etmez. Bu yanlış anlayış, uzun esaret yılları boyunca Müslümanların ruhi durumları üzerinde derin bir şekilde etkili oldu. Gerçekte, bu durum doğru din anlayışının zihni, siyasi ve sosyal olarak aşağılık kompleksine sahip Müslüman zihninde buharlaşmasından, uçup gitmesinden dolayıdır. Müslüman ulusların çoğu zihni olarak Batının güdümü altındaydı. İkbal, İslami diriliş önündeki büyük engelin ilmi keşifler ve icatlar ile batı medeniyetinin modern sosyal bilimlerdeki çarpıcı etkisi olduğunu söyler. O açık bir şekilde batının sahteliğine ortaya koyar. Doğru Müslümanın hedefi ve amacı batının sınırların ötesindedir.
Daha büyük adımlar at ve uzaya yürü; ulaştığın asla dinleme yeri değildir.
Avrupa’da çok fazla bilgi ve marifet aydınlığı vardır, fakat gerçek şudur ki karanlık hayatın suyu olmaması gibidir.
Müslüman zihnini etkileyen ve Batı Felsefe ve bilimlerinin sihri azalmaya başladı. Hukuk alanında ve diğer sosyal ilimlerde Batının meydan okuyuşunun tesirlerini tespit etmek için İkbal ictiat kurumunu yeniden canlandırmayı istedi. İslam’da Dini Düşünceni Yeniden İnşaası adı altında verdiği konferansları Hindistan’ı düşünce hayatına çok büyük katkılar da bulunmuştur. İkbal’in ayrıca fıkıh ve tasavvuf hakkında da daha fazla yazmayı istediğini biliyoruz. Fakat sağlık durumu ve diğer başka nedenler amaçlarını gerçekleştirmesine müsaade etmemiştir. Akademik projelerini göz önünde tutarak İkbal’in İslami bir araştırma enstitüsü kurmayı tasarladığı/istediği sonucu çıkarabilir. Pencaplı dindar bir toprak sahibi olan Ch. Niyaz Ali, Pathankot yakınında dini bir enstitü kurduğu zaman, enstitünün kimin geçebileceği zaman İkbal’e danışmış, İkbal, Haydarabad, Deccan’da yaşamakta olan Seyyid Ebul A’la Mevdudi’yi önerir. Mevdudi o sırada mesajını Tecümanü’l Kur’an adlı bir mecmua vasıtasıyla duyururdu. İkbal, Seyyid Mevdudi’den çok derin bir şekilde etkilenmiştir. Onu Deccandan ayrılıp Pencap’a yerleşmesi için davet eder. Mevdudi ‘de İkbal’in düşüncelerini, samimiyetini ve İslam için olan mücadelesini ve çalışmalarını bilmektedir. Bundan dolayı 1938 yılının mart ayında Pathankota hareket eder. Daru’s-selam adlı enstitünün kurulması ile birlikte, Allame İkbal hayallerinin gerçekleştiğini hisseder ve burayı her ay ziyaret etmeyi planlar. Fakat artık çok uzun yaşamayacaktır. 21 Nisan 1938 tarihide vefat eder. Sonuç olarak onun akademik planları tamamlanmamış olarak kalır.
Ancak Mevlana Seyyid Ebul A’la Mevdudi tarafından başlatılan Dava ve Hareket, Allame İkbal’in istediklerini, amacını ve hayallerini canlandırmak içi girişilen, sürekliliğini olan mücadele niteliği taşır.
İkbal büyük bir bağımsızlık taraftarı ve naşiridir. Fıtratı ve sağlık durumunun elverişsizliği dolayısıyla politikada aktif ve hayati bir rol üstlenmesi mümkün olmamıştır. Mamafih, o sağlam kişiliği ve etkileyici şiirleriyle İslami hareketlere devamlı olarak öncülük etmiştir. İkbal, Müslüman Cemiyet’ine üye olur ve 1930’da Allahabad’da Müslüman ittifakının bir beyannamesi ve Pakistan oluşumunun başlangıcı olan başkanlığa ait teklifini verir. Hindistan’ın kuzey batısında İslam için bir merkez olarak kullanılabilecek, bu hayati rolünü üstlenecek, bağımsız bir devlet fikrini önerir. Kaaid-i A’zam Muhammed Ali Cinnah’a yazdığı bir mektupta, Hindistan Müslümanlarının problemlerine ancak bağımsız bir Müslüman devlete çözüm bulabileceğini söyler.14 Ağustos 1947’de Pakistan İslam Cumhuriyetini kurulmasıyla İkbal’in hayallerinin biri daha gerçekleşmiş olur.
Ancak onun hayali sadece Hindistan ve Pakistan ile sınırlı değildir. O umutlarını kuzeybatıda Afganistan’a da teşmil eder. Ekim 1934 de İspanya’dan dönüşünden hemen bir yıl sonra Afganistan’da birkaç gün geçirme şansına sahip olmuştur. Orada yeniden uyanışı hisseder. Ona göre Afganlılar, talihsiz bir şekilde disiplinli ve güçlü merkezden mahrum, fakat aslında kahraman bir ulustur. İkbal, Afganistan’ın Asya’nın Balkanlar’ın olduğunu düşünür ve güçlü bir Afganistan’ın Hindistan’da ve Orta Asya’da Müslümanlar için güç kaynağı olabileceğini düşünür. Cavitname’de şöyle demektedir:
Asya sudan ve balçıktan yapılan bir insan vücudu gibidir. Ve Afgan ulusu bu vücudun kalbidir. Eğer Afganistan’a bir şey olursa bütün Asya’da olmuş demektir. Fakat eğer Afganistan refaha erişirse buda bütün kıtanın iyiliğine delalet eder.
Afganlılar, onun beklentileri ile tam bir uygunluk içinde, Aralık 1979’da Rus saldırısına karşı harekete geçer. Rusya’yı Amuderya Nehrinin ötesine defetmek için benzeri görülmemiş bir çığır açısı bir direniş gerçekleştirilir. Rusya’da komünizmin çöküşü, Baltık Devletlerinin Sovyetler Birliğin’den ayrılması, Doğu Avrupa’nın bağımsızlığı ve Berlin duvarının yıkılması ve Almanya’nın birleşmesi ve Rusya’nın Afganistan’dan mahçup bir şekilde geri çekilmesi ile sonuçlanan değişmeler gerçek değil midir? Bütün bu çığır açısı gelişmelerdir ki Birleşmiş Milletler üzerinden baskı yaparak kaçınılmaz olarak yeni bir dünya düzenine olan acil ihtiyacı gündeme getirir. Bütün bunlar Afgan cihadının sonuçlarıdır. Afganistan başarılı bir şekilde çalkantılı suları geçecek ve asude kıyılara ulaşacaktır.
İkbal, bakışlarını Orta Asya’ya çevirmekten de geri durmamıştır. Komünist işgalden sonra bile Semerkant ve Buhara halkı komünizme direnmeye devam eder. Enver Paşa bu özgürlük mücadelesine dahil olmak maksadıyla Türkiye’den yola çıkar. İkbal de bu konuya yoğun bir ilgi gösterir. Enver Paşa’nın Buhara’ya yetiştiği ve Türkistan’ın bağımsızlığına dair doğruluğu onaylanan haberlerin sonucunda İkbal büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade eder.
Aslında, İkbal, Türklere yoğun, duygusal bir muhabbet beslemektedir. Ona göre Türkler yiğit ve atılgan bir ulustur. Şerefli bir geçmişe sahiptirler ve gelecekte de onlardan (Türklerden) hayati ve önemli roller üstlenmeleri beklenmektedir. Türkler, İran, Anadolu, Irak ve muhtelif Orta Asya devletlerine yayıldığı zaman Allame İkbal onların birliğini fikrini benimsemiştir. Birçok kereler zihnini bu konuyla meşgul etmiştir. Kırk milyon Türk vardır, fakat niçin aralarında bir birlik tesis edilemez? Türkistan’ın Asya’nın kalbi olduğunu düşünen İkbal, beklentisini şöyle ifade etmiştir: “eğer kalp bağımsızlığını kazanırsa diğer uzuvları da tedrici olarak muhtemel bir silkinişle kurtuluşa muktedir olabileceklerdir”.
İkbal’in bu umudu Orta Asya’daki Müslüman devletlerin günümüzdeki durumları göz önüne alındığında daha iyi değerlendirilebilir. Oralarda, sokaklarda onun şiirleri slogan olarak terennüm ediliyor. Sovyetler Birliği’nden ayrılan bu devletler tam bağımsızlıklarını kazanma yolundadırlar.
1970’lerde başlayan İslami dirilişte İkbal’in şiirinin bariz etkilerini vurgulamak gerekir. Aynı etki Keşmir’deki direnişte de kendini açığa çıkarıyor. Keşmir’de İkbal’in rüyasının tahakkuk edeceği umulabilir. Hindistan Keşmir’de askeri mücadeleye sert bir şekilde devam ediyor. Bu durum milletler kadar bireylerin de tarihten hiç ibret almadıkları ezeli bir trajedidir. Hindistan’ın gücü Rusya’nın nükleer teknolojiye ve silah yığınlarına dayanan askeri gücüne denk değildir. Fakat bütün bu silah gücüne rağmen Rusya Afganistan’a yaptığı ihtiyatsız müdahalelerden dolayı çok büyük kayıplara uğramıştır.
Şimdikilerde Birleşmiş Milletler’e üye Müslüman ülke sayısı elli ikiye ulaşmıştır. Bu ülkeler yeni dünya düzeninin sömürge güçlerine karşı potansiyel bir tehlike olarak görülmektedir.
İkbal uzun zaman önce şöyle söylemiştir: Direniş hareketleri sömürge güçlerinin zihni ve politik hegemonyalarına karşı İslam Dünyasında devam etmektedir. Bu hareketlerin etkileri Keşmir’de, Filistin’de, Bosna’da, Çeçenistan, Cezayir ve Orta Asya’nın muhtelif bölgelerinde görülebilir. Sömürge güçleri bu ülkeleri kendilerine karşı potansiyel meydan okuyucular olarak değerlendirirler. Acaba bu ülkeler Müslüman nüfusun yoğunluğundan korkmakta mıdırlar? Hayır; onlar bizim sayısal gücümüzden korkmamaktadırlar. Onlar kendilerine karşı Müslümanlar arasında gittikçe artmakta olan mücadele isteği (cihad) ve muhtemel bir uyanıştan korkmaktadırlar. Bu, adeta uzun ve derin bir uykudan uyanış gibidir. İkbal’in çalışmaları yirmi altı dünya diline çevrildi ve bundan dolayı bu mücadelelerde doğrudan doğruya etkili olmaktadır. Avrupa ve Amerika üniversitelerindeki genç araştırmacılar bu çeviriler yardımıyla İkbal’in düşüncelerinden etkilendiler.
İran ve Orta Asya Ülkelerindeki insanlar İkbal’in şiiriyle doğrudan bağlantı halindedirler. İkbal’in İslam birliği rüyaları (in some forms) Avrupa ve Afrika’nın batı sınırlarından Asya’nın doğu sınırlarına kadar olan sahaya bir hak olarak sirayet etmiştir. Sarajevo ve Bosna Müslümanları Avrupa’yı çetin bir şekilde zorlamaktadır. OIC, ECO ve Müslüman ülkelerin diğer birçok organizasyonları İslam Birliği’ne şekil veriyor. İslam Birliği’ne giden yol birçok zorluklarla kuşatılmıştır, fakat İkbal’in şiirinin etkisi Müslümanlar üzerinde bir katalizör etkisi göstererek “Devrim, Devrim! Ah Devrim” şiirinin yankısıyla onların kolektif duygularına hitap ediyor.
Türk insanlarının İkbal’e gösterdikleri ilgi, onun çalışmalarının Türkçe’ye çevrilmesi ve milletlerarası sempozyum, İkbal’in Müslüman dünyasının kültürel, literal ve entelektüel cephelerde gittikçe artmakta olan etkisini kanıtlamaktadır. Biz halen onun güçlü Hudi’sini duyuyoruz.
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net