Ana Sayfa  /  ISLAH EKOLLERİ  /  Direnişçi Bir Islahat Hareketi Senusilik ve Ömer el-Muhtar / Mustafa YILMAZ
  • Facebook da Paylaş
Direnişçi Bir Islahat Hareketi Senusilik ve Ömer el-Muhtar / Mustafa YILMAZ
  • 22-11-2014
  • 0 yorum
  • 7396 okunma
Afrika’daki Avrupa sömürgeciliğinin karşısında en önemli direniş hareketlerinden birini ortaya koyan Ömer el-Muhtar, Berka halkının Senusîlik içinde kendi rızalarını kazananlara verdiği “seyyid” unvanı yanında artık o “şeyhü’ş-şüheda” olarak anılacaktır.
“Savaşıyoruz, çünkü düşmanı bu topraklardan söküp atıncaya, ya da bu uğurda ölünceye kadar imanımız ve özgürlüğümüz için savaşmak zorundayız. Başka yolu yok. Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz. Kadınlarımızı, çocuklarımızı Mısır’a gönderdik ki, Allah bizi ölüme çağırdığı zaman arkamıza dönüp bakmayalım.” 
Ömer el-Muhtar
 
[Muhammed Esed’in Ahmed eş-Şerif’in mektubunu Ömer el-Muhtar’a götürdüğü ziyarette aralarında geçen konuşmadan.]
 
Kısa Libya Tarihi
 
Bugün Libya diye isimlendirilen ülke Hz.Osman döneminde fethedilerek Müslümanların egemenliğine girmiştir ve İfrikiyye eyaletine bağlanmıştır. Bu zamandan M.800 yıllarına kadar hilafete bağlı kalan ülkenin bu tarihten sonra batı kısmı Trablusgarp bölgesi Ağlebiler’in, doğu kısmı Bingâzi ise Mısır eyaletnin hâkimiyeti altına girdi. Daha sonra Trablusgarp bölgesinde Fatımiler, Murabıtlar, Muvahhidler ve Hafsiler hâkimiyet kurdular. Hafsiler’den sonra Trablusgarp 1510-1551 yılları arasında yaklaşık yarım yüzyıl Malta şövalyelerinin zulmü ve işgali altında kaldı. 1551’de Osmanlı deniz paşası Turgut Reis Trablus bölgesini bu korsanlardan kurtardı. Bu dönemde Libya topraklarının tamamı Osmanlı himayesine girmiş oldu. 
 
Batı bölgesi olan Bingâzi ise önceleri Mısır eyaletinin hâkimiyet alanında iken daha sonra Eyyubilerin ve dağılmasına kadar da Fatımilerin egemenliği altında kaldı. Fatımilerden sonra Memlüklüler’in yönetimine giren Bingâzi 1500’lü yılların başında Osmanlılar tarafından yönetim altına alındı. Osmanlı devleti Libya’ya eyalet statüsü tanıdı ve İtalyan işgaline kadar Libya’nın bu statüsü devam etti. İtalyanlar Libya’yı 4 Ekim 1911 tarihinde işgal ettiler.
 
Senusî hareketinin ve onun âlim ve mücâhid komutanı Ömer el-Muhtar’ın siyasal arenada boy göstermesi de esasen işte bu faşist İtalyan işgal dönemine rastlar.
 
Bir Islahat ve Direniş Hareketi: Senusîlik
 
Dîni hayatın Peygamber dönemindeki saflığı ve örnekliği ile uygulanmasını, farklılaştırılmış dini algıların ve ibadet şekillerinin yeniden sünnete dönülerek ıslah edilmesi, kültürel ve sosyal etkilerle mahiyeti değiştirilmiş dini yaşayışın reddedilmesi ilkeleri ile adını Muhammed bin Ali es-Senusîden alan hareket 1873 yılında Mekke’de Ebu Kubeys dağında ilk zaviyenin inşası ile kurulmuştur.
 
Mekke’de kurulmuş bir hareket olması onun Muhammed bin Abdülvehhab düşüncesinden etkilenmiş olması yönündeki görüşü güçlendirir ki bu yabana atılacak bir görüş değildir. Senusî tarikatı olarak meşhur olmuş bu hareket klasik bir mistik karekter taşımaz. Pasifist, durağan ve içe dönük kuru bir düşünce ve zahidlik anlayışının aksine eğitim, tâlim, zanaat, çalışma, askerlik gibi sosyal ve siyasal karektere sahip hareketin en büyük öğretisi de İslam’ın özüne dönüş yani selef akidesine yöneliştir.
 
Muhammed es-Senusî öğretisini yaymak için eserler yazmıştır. Bu eserlerinden “Es-Selsebilu’l-muayyen fi’t-turuki’l-erbain”de yaklaşık kırk tarikatın düşünce ve usüllerini inceleyerek bunların yozlaştığını vurgulamış ve yeni bir anlayışın gerekliliği öne çıkarrarak pratize etmeye çalışmıştır. Bir diğer eseri olan “İkazu’l-vesanen fi’l ameli bi’l-hadis ve’l-Kur’an”da ise Allah’a, Peygamber’e bağlılık ve gerekleri, sünnete sadakat ile hadislerin yanlış yorumlanması konuları işlenmiştir. 
 
Senusîlik Libya’nın dışında Sahra ve Sahra altı ülkelerinde de büyük etki uyandırmıştır. 
 
Sade bir dini yaşantıyı, hurâfelerden uzak bir anlayışı benimseyen Senusîlik, dine sonradan katılan başka milletlerin geleneklerini, Bizans kalıntılarını ve adetlerini reddederek Allah’ı yeterince kavrama ve ona bağlanmaya yönelmiş, sahih sünnete sadık kalmayı önemseyerek akıl ve hikmeti ön planda tutmuştur. Başka tarikatlardaki ilahili, sözlü, müzikli, rakslı törenleri reddetmiş, bir mü’minin sadık ve zahid bir sufiden daha iyi bir Müslüman olacağı faziletlere yönelmiştir. Onlar vahye sadık kalmayı, peygamberin sünnetini yaşatmayı, İslam’ın yaşanmasını zorlaştıran tuhaf haberlere kulak asmamamayı ve çöl insanlarına İslam’ı tebliğ etmeyi açık ilkeler olarak benimsiyorlardı. Bunlarla beraber onlar Sünni tarikatların bu anlayış çerçevesinde bağımsız bütün bir bünye oluşturmalarını da amaçlıyorlardı.
 
Senusîler Afrika’daki Hristiyan Haçlı saldırılarına karşı sürekli bağımsızlık için direnmişlerdir. Libya ve Fizan çöllerinde, Trablus’ta, Cezayir’de, Senegal’de, Gambiya’da, Sudan’da, Somali’de mescit, okul, hastane, askeri birlik gibi çok amaçlı olarak kullanacakları zaviyeler kurarak geniş bir coğrafyayı kontrol ediyorlardı. Bu örgütlenmenin temel taşı işte bu zaviye kurumudur. Zaviye hem medrese, hem askeri kışla, hem hastane demektir.
 
Hereketin iki önemli kaidesi vardır; uhuvvet ve muâvenet. Yani kardeşlik ve yardımlaşma. Pazartesi ve Cuma geceleri zaviyelerde toplanan Senusîler zaviye şeyhinin gözetiminde ve öncülüğünde Kur’an okurlar, bu arada fakirler doyurulur ve sorunlar konuşulurdu. Hareketin üyelerinin meslek ve iş durumları önemsenir, eğer sakat ve malül değilse kişiler mutlaka çalışmaya, üretmeye ve bununla diğer insanlara yardım etmeye yönelendirilir, hareketin kurallarına uymaları hususunda sürekli uyarılırlardı. Hareketin diğer önemli bir kuralı da herkesi bir davetçi olarak cemaate yeni insanlar kazandırmakla mükellef kılmasıdır. Yeni insanlar Fatiha suresinin okunduğu ve musâfaha yapıldığı sade bir törenle bünyeye dâhil edilirdi.
 
Hareketin her üyesi her an cihada hazırlıklı olmak, her hususta emirlerine itaat etmek ve sadakat göstermek konularında yemin ederdi. Çünkü Müslümanlar işgal ve saldırı altında bulunmaktaydılar. Her üye silah bulundurmalı ve bir bineğe sahip olmaya çalışmalıdır. Bunlara gücü yetmeyenlerin ihtiyaçları mümkün mertebe zaviye tarafından karşılanmaktadır.
 
Zaviye şeyhinin önderliğinde bir yönetim modeli uygulanan harekette, şeyhin yanısıra ayrıca dört tane şeyhten oluşan bir istişare heyeti bulunurdu ve işler bu mekanizmalarla karara bağlanırdı.
 
Bu özellikleriyle örgütlü, düzenli, sosyal ve siyasal bir hareket olan Senusîlik kuzeyden başlamak üzere güneye doğru bütün Afrika’yı etkilemiş bir öze dönüş ve direniş hareketidir. 
 
Hareketi liderlerinin hayat ve mücadeleleri etrafında bazı dönemlere ayırarak incelemek en uygun yoldur, çünkü ortaya çıkışı, gelişim ve gerileme dönemleri tam da bu dönemlere uygun olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemleri dört başlık altında incelemek uygun olacaktır.
 
1. Muhammed bin Ali es-Senusî Dönemi: Doğuş
 
Hz.Hasan’ın soyundan geldiği söylenen hareketin kurucusu Muhammed es-Senusi 22 Aralık 1787 tarihinde Cezayir’in Müstaganem şehrine bağlı el-Vasıta köyünde doğmuştur. İlk eğitimlerini Müstaganem’de almış medrese eğitimlerine Fas’ta devam etmiştir. Fas’ta Ticâni tarikatından etkilenerek örgütlenme ve Hıristiyan istilalarına karşı koyma düşüncesi ile harekete geçen es-Senusî, İslam aleminin mutlaka birlik olmasını, bunun içinde Mekke’den harekete geçmek gerektiğini düşünerek Hac yolculuğuna çıkmıştır.
 
1837 yılında Ebu Kubeys dağında kurduğu ilk zaviyenin arkasından Senusîlik Hicaz bölgesinde hızla yayılmıştır. Osmanlı yönetiminin ve Mekke Hâşimî Şeriflerinin şüpheli bakışlarından rahatsız olan es-Senusî Hicaz’ı terk ederek 1841 yılında müritlerini de yanına alarak Bingâzi’ye ulaşmıştır. 
 
1843 yılında, daha sonra Ömer el-Muhtar’ın da direniş bölgesi olacak olan, Berka bölgesinin yayla kısımlarındaki Cebel-i Ahdar’da Senusîliğin ilk ana zaviyesi olan El-Beyda Zaviyesi’ni kurmuştur. Burası eski bir Yunan kenti olan Kirene yakınlarıdır.
 
El-Beyda’nın zamanla büyük bir kasabaya dönüşmesi Osmanlı yöneticilerinin dikkatini çekmiştir. Muhammed es-Senusî burayı da kendisi için tekin saymayarak Mısır sınırında, denizden 150 km içeride, Mısır Hidivi’nin ve Osmanlı sultanının otoritesinin olmadığı Cağbub’a taşınmış burada 1856 yılında Cağbub Zaviyesi’ni kurmuştur. Cağbub büyük bir dini havza, eğitim ve tebliğ merkezi olmuş ve hareket buradan yönetilmiştir. Kendisi de Cağbub’a yerleşmiş ve davetini buradan Afrika içlerine ulaştırmıştır. Mısır, Trablus, Sudan, Tunus, Cezayir, Senegal ve Gambiya’da zaviyeler kurulmuştur. Bu dönemde hareketin üye sayısının 5 milyona ulaştığı belirtilmektedir.
 
Afrika’nın pagan kabilelerini davetiyle buluşturan hareket sayesinde Çad gölünden Akdeniz’e kadar olan bölgede 5 milyon yerli pagan İslamiyet’i kabul etmiştir. Araştırmacılar onun ölümüne kadar geçen sürede Fas’tan Mısır Sudanı’na kadar uzayan bölgede yaklaşık 20 milyon insanın Senusîliği kabul ettiği kaydediyorlar.
 
Muhammed Ali es-Senusî 7 Eylül 1859’da öldü. Onun çalışmaları sonucunda hareket Tunus, Cezayir, Mısır, Hicaz ve Yemen’e kadar yayılmıştı. Bunun yanısıra o Cağbub Zaviyesi’nde 8000 cilt kitabın bulunduğu bir kütüphane kurmayı da başarmıştı. Cağbub Zaviyesi bu büyük kütüphanesiyle bir İslam Üniversitesi’ni andırıyordu. Bu üniversite Muhammed es-Senusîye göre İslam dünyasında Ezher Üniversitesinden sonra Afrika’nın en önemli ikinci kurumudur.
 
2. Muhammed el-Mehdi Dönemi: Gelişim
 
El-Mehdi 1844 yılında Beyda’da doğdu. Zaviyelerde yetiştirildi ve şeyh oldu. Onun hareketi Fransız Sahrası ve Fransız Ekvatoryal Afrikası olarak adlandırılan, bugün Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad’ı içine alan bölgelere yöneldi. 
 
Muhammed el-Mehdi Afrika içlerine nüfuz edebilmek için hareketin merkezini Cağbub’dan yaklaşık 400 km güneyde bulunan Kufra’ya taşıdı. Bu ulaşılmaz bölgeden bütün Afkika toprakları üzerinde etkinlik oluşturmayı amaçlıyordu. Buradan hem kuzey Afrika’ya ulaşıyor hem de kurduğu bilgi ağı ile gelişmelerden haberdar oluyordu. Bu dönemde Fransa’nın saldırılarına maruz kalan Afrika kıtasında ticaret Orta Afrika’ya ulaşan Sirenayka limanı üzerinden işliyordu. Kufra’ya taşınan el-Mehdi Cağbub’da yeğeni Muhammed Abid’i halife olarak bıraktı. Senegal, Çad ve Kuzey Darfur bölgelerinde etkin hale gelen Senusî hareketinin lideri el-Mehdi 1899 yılında bir hamle daha yaparak hareketin merkezini, Fransızların iç bölgelere girişini engellemek maksadıyla, Garu’ya taşıdı. Senusîler Kuzey Afrika’ya, Sudan’a ve Sahra bölgesine Hıristiyanları sokmamak için büyük mücadeleler verdiler.
 
Fransızların 1890 ve 1899 yıllarında İngilizlerle yaptıkları paylaşım ve ortaklaşma anlaşmaları neticesinde Fransızlar 1902 yılından itibaren Afrika içlerine doğru ilerlemeye başladılar. Fransızlar senusîler’i Zender zaviyesinde yenilgiye uğrattılar. Bu Afrika savunmasında ağır bir darbe olmuştur.
 
El-Mehdi zamanında bütün Sahra kuşağı Senusîler’in kontrolü altındaydı. Hareket bir devlet niteliği kazanmış ve Arabistan’a, Malezya’ya ve Hindistan’a Senusî temsilcileri gönderilmeye başlamıştır. Bu dönemde hareketin dini ve siyasi nüfuzu neredeyse doruk noktasındaydı. İskenderiyye kıyılarında 30 zaviye vardı, hicaz bölgesinde 15 zaviye bulunuyordu. Hareket Fas, Tunus ve Cezayir’de yayılmış durumdaydı. Toplamda 300’ü aşkın zaviyeye ulaştıkları kaydedilmektedir.
 
El-Mehdi 1902’de ölmeden önce kendi çocuklarının küçük yaşta olamalarından dolayı yeğeni Seyyid Ahmed eş-Şerif’i harekete lider olarak atadı. Hareketin bütünselliğinin korunması için liderler Senusî ailesinden seçiliyordu.
 
 
3. Seyyid Ahmed Eş-Şerif Dönemi: Direniş ve Yıkım
 
Eş-Şerif 1873’de Cağbub’da doğdu. Farnsızlara karşı direnişte amcası el-Mehdi ile birlikteydi. Fransızlar 1906 yılından başlayarak saldırıları artırdılar. Borku’da Senusî şeyhi Muhammed el-Barrani’yi şehit ettiler. Girdikleri yerlerde zaviyeleri yıktılar ve 1914’te Tripoli’de geçici İtalyan işgalindeki Fizan’ı ele geçirdiler.
 
İtalyanlar 1911 yılında Trablus’u işgal edince Ahmed eş-Şerif mücadelenin ana ekseninin Fransızlar’dan İtalyanlara çevirdi. 1915 yılında Osmanlı-Alman askerleriyle işbirliği yapan Senusîler, I. Dünya Savaşı yıllarında bu iki devletle cephede yer aldılar ve İtalyanlar’ı kıyı kesimlerde hapsettiler. Ancak bu uzun sürmedi ve İtalyanlar ilerleyişlerini sürdürdüler. İtalyanlar karşısında zor duruma düşen eş-Şerif İstanbul’a gitti ve Seyyid Muhammed İdris’İ yerine halef tayin etti. İstanbul’da ve Anadolu’nun değişik yerlerinde toplantılara katılan ve verdiği vaazlarla halkı direnişe çağıran eş-Şerif yeni cumhuriyet kurulunca herkes gibi bundan nasibini aldı. 1926 yılında Türkiye’yi terk etmesi istenince Şam’a geçti. Şam’da gördüğü ilgi rahatsızlık doğurdu ve oradan da kovuldu. Önce Filistin’e sonra Mekke’ye geçti. İbn Suud onun Mekkeye gelmesinden rahatsız oldu ve Ahmed eş-Şerif Yemen İmamlığı ile Suud Krallığı arasında bulunan tampon bölge Asir’e çekildi ve 10 Mart 1933 yılında vefat edene kadar burada kaldı.
 
4. Muhammed İdris es-Senusî: Libya’nın Kuruluşu
 
12 Mart 1890’da Cağbub’da doğan Seyyid İdris, babası el-Mehdi’nin 1902 deki ölümünde henüz 12 yaşında bir çocuk olduğu için liderliği amcası oğlu Ahmed eş-Şerif üstlenmişti ve şimdi sıra kendisinde idi. Şeyh Ahmed eş-Şerif’İn İstanbul’a gitmesi ile 27 yaşında Senusî hareketinin başına geçti. 25 yaşında iken Osmanlı padişahı Sultan Reşad’a bağlılık mektubu göndermiştir.
 
İdris’in Senusî lideri olduğu zaman İtalyanlar’a karşı direniş ve cihad hareketi devam ediyordu. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkesiyle Osmanlı Afrika’dan çekilince, İdris de İtalyanlarla 25 Ekim 1920’de Cağbub ve Kufra’nın bağımsız hükümdarı olarak kalmak şartı ile anlaşma imzaladı. Bunun karşılığında İdris silahlı direnişe devam eden bütün Senusîlere silah bıraktırmayı taahhüt etti. 
 
Aynı dönemde İtalyan işgaline karşı girişilen cihad hareketinin komutanı olan Ömer el-Muhtar bu anlaşmayı reddetti. Ona göre işgalciler bütün topraklardan kovulmalıydı ve bu uğurda şehadet ya da zaferden başka seçenek yoktu. Ömer el-Muhtar’ın birçok cephede etkin olması sebebiyle İdris verdiği sözü yerine getirememiş oldu. Böylece hem işgal hem de direniş devam etti.
 
1922 İtalyasında iktidara gelen Mussolini İtalya’yı Roma İmparatorluğu dönemindeki gücüne kavuşturmayı hayal ediyordu. Bu amaçla Trablus’taki direnişin bitirilmesini ve Senusîler’in direnişinin kırılması gerektiğini düşünüyordu. İdris ile yapılmış anlaşmaları geçersiz sayan Mussolini, 1923 yılından itibaren işgali derinleştirme kararı aldı. İdris 1922 yılında İngiliz işgali altındaki Mısır’a kaçtı ve 1943 yılına kadar Mısır’da kaldı.
 
1931 yılında Ömer el-Muhtar’ın şehid edilerek direnişin tamamen kırılmasından itibaren Libya’ya tam hâkim olan İtalyan’lar, II. Dünya Savaşı’nda İngilizlerin bölgeyi işgaline kadar Senusîler’in bütün zaviyelerini kapattı ve mallarına el koydu. Halkın elindeki tüm silahlar toplandı, seyyar mahkemeler kurarak halk yargılandı ve sayısız idamlar infaz edildi.
 
Şeyh İdris 1943’te Mısır’dan ülkesine döndü. Aradan 8 yıl geçtikten sonra İdris önderliğinde Libya 24 Aralık 1951 yılında bağımsız Krallık oldu. Şeyh Muhammed İdris es-Senusi de Kral İdris! Ömer el-Muhtar ise şehadete yürüyeli 20 yıl olmuştu.
 
Cihadın Komutanı: ‘Şeyhü’ş-Şüheda’ Ömer el-Muhtar
 
 
16 Mayıs 1913 Cuma günü Cebel-i Ahdar’da mücahidlerin genel komutanı sıfatıyla Seyyid Ahmed eş-Şerif komutanlığında İtalyanlara karşı kazanılan ilk büyük zaferden başlayarak, idamen şehit edildiği 16 Eylül 1931 tarihine kadar cihat meydanından ayrılmayan ve at sırtından inmeyen bu büyük kumandan Berka halkının “Şeyhü’ş-Şüheda”sıdır. Onun tüm mücahitler arasında dilden dile dolaşan sloganı ise “ya şehadet ya zafer”dir.
 
Libya’daki en büyük Arap kabileleri arasında sayılan Menife’ye mensup Gays ailesine mensup olan Ömer, 1862 yılında Berka’nın Defne bölgesindeki Butnan’da doğdu. Asıl adı Ömer bin Ferhad’dır. Eğitim için kardeşi Muhammed ile birlikte Senusiler’in Zenzur Zaviyesi şeyhi Seyyid Hüseyin el-Garyani eş-Şemsi’nin yanına gitti. Zenzur zaviyesindeki eğitiminden sonra, Senusîliğin kurucusu Muhammed bin Ali es-Senusî’nin 1859’da vefatından kısa bir süre önce yerleşip merkez zaviyesini faaliyete geçirdiği Cağbub kasabasına gitti. Burada hareketin ikinci önderi Muhammed el-Mehdi’nin yanında öğrenimini tamamladı. Sekiz yıl kaldığı bu zaviyede İslami eğitimi Şeyh ez-Zirvali el-Mağribi el-Cevvani ve Falih bin Muhammed ez-Zahiri’den aldı.
 
Mehdi es-Senusî, 1895’te Cağbub’dan ayrılarak Kufra’da yeni kurulan Tac köyüne gidip burasını merkez zaviye yapmak istediğinde Ömer el-Muhtar’ı da beraberinde götürdü. Burada öğrenimini tamamlayanlar Trablusgarp vilayetinde açılan zaviyelerden birine şeyh olarak gönderildiğinden Ömer el-Muhtar da 1897’d. Cebel-i Ahdar’daki kabilelerden Osmanlı Devleti’ne genelde tam itaat göstermeyen Merc kasabası yakınındaki Ubeyd kabilesine ait Kasür Zaviyesi’ne şeyh tayin edildi. Bu kabileyi kısa zamanda Osmanlı idaresine yaklaştırdı ve buradaki diğer Arap kabileleri arasında devam eden kavgaları da sona erdirdi. Özellikle Ubeyd kabilesini cihad hareketinin öncü kuvveti olacak şekilde eğitti. Bu zaviyede iken çocuklara İslami eğitim vermesi, yolculara ve çevredeki fakirlere ikramda bulunması, müntesiplerinin günlük işlerine yardımcı olması gibi faaliyetleriyle şöhreti arttı.
 
Mehdi es-Senusî, 1899’da Kufra’daki zaviyesini Çad sınırları içinde Borku bölgesindeki Garu’ya taşıyınca onunla birlikte gidenler arasında Ömer el-Muhtar da vardı. Çad’ın güneyindeki Veday Sultan lığı topraklarının Fransızlar tarafından işgalini önlemek için bölgede yapılan seferlere katıldı. Bir müddet sonra Ayn Galaka’da açılan zaviyeye şeyh tayin edildi. Ancak Mehdi es-Senusi’nin 1902’de Garu’da ölmesi üzerine buradaki faaliyetler yavaşladı. Ömer el-Muhtar, Ayn Galaka’da bulunduğu süre içinde eğitim ve tebliğle meşgul olduktan sonra 1903 yılında Kasür Zaviyesi’ne döndü. Mehdi es-Senusi’nin ölümünün ardından oğlu İdris’in henüz on üç yaşında olması sebebiyle geçici olarak hareketin başına getirilen yeğeni Ahmed Şerif es-Senusi’nin, 27 Eylül 1911’de İtalya’nın Osmanlı Devleti idaresindeki Trablusgarp vilayetine çıkarma yapması üzerine nasıl bir tavır takınılacağını kararlaştırmak için Kufra’da yaptığı toplantıya katıldı. Ardından Cebelülahdar’a döndü ve Ubeyd kabilesini cihada hazırlayıp onlardan 1000 kişilik bir mücahid birliği kurdu. Böylece İtalyanlara karşı ilk saldırıda bulunan birlikler arasında yer aldı. Yerli ahali, yaklaşık yirmi yıl süren savaş süresinde dağlara çekilip İtalyanlara baskınlar düzenleyerek çarpışmalara katıldı.
 
Ömer el-Muhtar, 1912’de Osmanlıların kuvvetlerini buradan çekmesinin ardından geride kalan askerleri Mısır’a götürmek isteyen Aziz el-Mısri ile ona engel olmak isteyen Ahmed Şerif es-Senusî’nin adamları arasında çıkan çatışma sonrasında Ahmed Şerif es-Senusî tarafından ara buluculukla görevlendirildiği gibi Berka bölgesinin kumandasını da üstlendi. I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Osmanlı Harbiye Nezareti, Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıyla buraya bazı subaylarını gönderdiğinde, İcdabiye’de Şeyh İbrahim el-Misrati ile birlikte Osmanlıların Afrika grup komutanı sıfatıyla faaliyette bulunan Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa ile görüşmek için Butnan’a gitti. Bu arada Ahmed Şerif es-Senusi’nin 1917’de İstanbul’a götürülmesinin ardından Osmanlı Devleti İdris es-Senusî’yi onun halefi olarak kabul etmişti. İdris es-Senusi’nin genel vekili sıfatıyla direniş hareketinin kumandanlığına getirilen Ömer el-Muhtar, Cebel-i Ahdar’a geldiği yıllardan itibaren başta Enver Paşa olmak üzere Osmanlı subaylarıyla yaptığı teşkilatlanma görüşmeleri ışığında emrine verilen gönüllüleri sayıları 100 ile 300 arasında değişen birliklere ayırdı. Kabileleri de üç ayrı bölgede teşkilatlandırarak her biri için kaymakam ve kadı görevlendirdi ve bunların tamamını kendine bağladı. Yine Enver Paşa’nın Trablusgarp savaşı yıllarında askeri eğitim almaları için İstanbul’a gönderdiği, burada yetiştikten sonra geri dönerek direnişe katılan yerli subaylar da onun yanında yer aldı.
 
İdris es-Senusî bazı ileri gelen şeyhler ve kabile reisleriyle birlikte tedavi gerekçesiyle 1922’de Mısır’a kaçmış ve yerine kardeşi Muhammed Rıza es-Senusî’yi vekil bırakmıştı. 27 Şubat 1923’te Ömer el-Muhtar son gelişmeleri görüşmek üzere bir heyetle birlikte Mısır’a gitti. Arap ve İslam dünyasına yardım çağrısında bulundu. İdris es-Senusî, Mısır’ da güven içinde hayatını sürdürmesi karşılığında bu ülkenin İtalya ile anlaştığını ileri sürerek kendisinden talep edilen yardım konusunda herhangi bir şey yapamayacağını söyledi. Bu arada Ömer el-Muhtar’ın Mısır’a geçtiğini öğrenen İtalyanlar buraya bir heyet gönderip cihaddan vazgeçmesini ve Mısır’da yaşamasını, kendisine bir köşk tahsis edilerek maaş bağlanacağını bildirdiler. Bu teklifleri reddeden Ömer el-Muhtar dönüşü esnasında Ebyarülguba’da 23 Nisan 1923’de İtalyanların saldırısına uğradıysa da kurtulmayı başardı. 
 
İdris es-Senusî’nin kendisine hiçbir ümit vermemesi üzerine Ömer el-Muhtar, heyette yer alan Yusuf Ebü Rahl el-Mismari ve Ali Hamid el-Ubeydl ile birlikte Ahmed Şerif es-Senusî’ye 20 Şubat 1924 tarihinde bir mektup gönderdi. İtalyanların daha önce İdris es-Senusî ile imzaladıkları anlaşmaları iptal ettiklerini, Trablusgarp halkının başsız bırakıldığını, askeri bir düzeni olmayan birliklerle Cebel-i Ahdar’da cihada devam edeceklerini bildirdi; kendilerine para, silah ve erzak göndermesini talep etti. Bu arada bütün bölgeleri gezerek Berka, Trablus ve Fizan’daki direnişleri tek bir idare altında toplamaya çalıştı.
 
Libya’da henüz işgal edilmeyen şehirlerin bir an önce ele geçirilmesi için sabırsızlanan Mussolini 1925’te Emilio de Bono’yu Trablusgarp sömürge valiliğine tayin etti. Ömer el-Muhtar’a destek sağlayan Cağbub, Ücla, Calü, Fizan ve Kufra gibi yerlerin Cebel-i Ahdar ile irtibatlarının kesilmesine karar verildi. Ahmed Şerif es-Senusî’nin kardeşi Seyyid Safiyyüddin’in idareci olarak bulunduğu Cağbub’u İdris es-Senusî’den aldığı emir üzerine direnmeksizin 9 Şubat 1929’da İtalyanlara teslim etmesi Ömer el-Muhtar’ı büyük bir destekten mahrum bıraktı. Ömer el-Muhtar kumandasındaki kuvvetler İtalyanlara karşı vur kaç taktiği uygulamaya başladılar. İtalyan işgal ordusu ile direnişçiler arasında çarpışmalar hızlandı. Bunlardan ilki Rahlbe’de meydana geldi ve burada çok sayıda İtalyan askeri esir alındı. İkincisi Akiretü’l-Matmüra’da oldu. Ömer el-Muhtar önemli adamlarından bir kısmını bu çarpışmada kaybederken İtalyanlara da büyük kayıplar verdirdi. 22 Nisan 1927’de Deme’de Ömer el-Muhtar’ın İtalyan ordusunun yedinci taburuna büyük zayiat verdirmesinin ardından İtalyan işgalindeki bölgelerde mevcut Senusî zaviyeleri kapatılıp şeyhler tutuklandı. Bingâzi işgal edildiği halde buranın çevresindeki Berka bölgesi direnişin merkezine dönüştüğü için İtalya 1928’de burayı topyekûn işgale karar verdi.
Berka bölgesine 1923-1929 yılları arasında Bongiovanni, Mombelli, Teruzi ve Sicilliani vali tayin edilmiş, ancak bunlar Ömer el-Muhtar karşısında başarısız kalmıştı. 1929’da Trablusgarp ile Bingazi birleştirildi ve sömürge genel valiliğine Pietro Badoglio getirildi. Yeni vali yerli ahalinin direnişini her çareye başvurarak kırmaya kararlıydı. Muhammed Rıza es-Senusî ve Şarif el-Garyani, İtalyanlar adına 6 Nisan 1929’da Ömer el-Muhtar ile görüştüler ve direnişten vazgeçtiği takdirde Hicaz’a veya Mısır’a gidebileceğini, ayrıca kendisine para verileceğini söylediler. Bu teklifler reddedildiği gibi valinin bu yolda şahsi girişimleri bir sonuç vermedi.
 
10 Ocak 1930’da sömürge genel vali yardımcılığı ve Sirenayka valiliğine o güne kadar tayin edilenlerin en acımasızı olarak bilinen Rodolfo Graziani getirildi. Ömer el-Muhtar kumandasındaki mücahidlerin Ubya’dan ve dış dünyadan yardım almalarını önlemek için buranın Fizan, Kufra ve Mısır ile bağlarının koparılması kararlaştırıldı. Bu amaçla 15 Ocak 1930 tarihinde Cebel’deki direniş siperleri uçaklarla bombalanırken 24 Ocak günü Fizan’ın merkez şehri Merzük, 25 Şubat’ta ise buranın batısındaki Gat kasabası işgal edildi. 1928 yılı başında İtalya’ya sürgüne gönderilen Muhammed Rıza serbest bırakılıp Bingazi’ye dönünce Ömer el-Muhtar’a bir mektup yazarak İtalyanlara teslim olmasını istedi. Yine red cevabı alan İtalyanlar bu defa Rıza tarafından Cebel ahalisine hitaben yazılan bir mektubu uçaklarla yerleşim yerlerine attılar. Bundan da bir sonuç alamayınca bölgenin kırsal kesimlerinde yaşayan bütün halkı kamplarda toplamaya başladılar. 23 Eylül 1930 tarihinde İtalyanlarla yapılan Kerisse çarpışmasında Ömer el-Muhtar’ın yakın adamlarından Fudayl b. Ömer ile birlikte kırk adamı şehid oldu. Trablusgarp direnişinin önemli bölgelerinden olan Kufra’nın merkezi Tac köyü 18 Ocak 1931’de İtalyanların eline geçti.
 
Direnişe en büyük destek Mısır’da geldiği için Graziani, Akdeniz sahilindeki Sellum deniz kıyısından güneydeki Cağbub’a kadar uzanan yaklaşık 270 kilometrelik bir mesafeyi 2m yüksekliğinde ve 3m genişliğinde dikenli tellerle kapattırdı. Böylece mücahidlerin yardım temin ettikleri tek kanal da kesilmiş oldu. Bölgedeki yerli ahali önce Aynügazele kampına kapatıldı, dört ay sonra da 1934 yılına kadar kalacakları Akile, Makrun, Suluk ve Berika kamplarına doldurularak mücahidlerin yerlilerle irtibatı kesildi. Verimli arazilerin tamamı İtalya’dan buraya göç ettirilen ailelere verildi. Kamplarda bulunanların yarısı açlık ve hastalık yüzünden ölürken bazıları da mücahidlere bağlılıklarını devam ettirdikleri bahanesiyle idam edildi. 
 
Ömer el-Muhtar, yaşının ilerlediği gerekçesiyle Mısır’a gidip yerleşmesi yolundaki tavsiyelere karşılık mücadeleyi sürdürmeye kararlı olduğunu bildiriyordu. Bu azminden ötürü kendisine “çöl aslanı” unvanı verilmişti. Ancak 11 Eylül 1931 tarihinde adamlarıyla birlikte sahabeden Seyyid Râfi’in kabrini ziyarete gittiklerinde İtalyan çemberi içinde kaldılar. Ömer el-Muhtar burada İtalyanlara esir düştü, yapılan mahkemede “İtalyan tebaası bir isyankâr” olmak suçlamasıyla yargılandı ve 15 Eylül 1931 tarihinde idama mahkûm edildi. Ertesi gün de Sulük kampında tutulan 20.000 civarındaki halkın önünde asılarak idam edildi. 
 
Afrika’daki Avrupa sömürgeciliğinin karşısında en önemli direniş hareketlerinden birini ortaya koyan Ömer el-Muhtar, Berka halkının Senusîlik içinde kendi rızalarını kazananlara verdiği “seyyid” unvanı yanında artık o “şeyhü’ş-şüheda” olarak anılacaktır. 
 
At sırtında, cephede, yokluk içerisinde, çöl gecelerinde okunan Kur’an’ın aydınlığında, liderlerin ihanetine, işbirlikçilerin iğvalarına aldırmadan devam eden yaşanılmış bir hayat 70 yaşında idam sehpasında son bulurken cellatlarına şöyle sesleniyordu:
 
“Biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz. Teslim olmayız, ya kazanırız ya da bu uğurda ölürüz. Sizler bizimle savaştınız. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince... Ben cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım.”
 
 
Duası ise “Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet bağışla ve bize şu durumumuzdan çıkış için bir kurtuluş yolu hazırla!” [Kehf 10] oldu.
 
 
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer