- 21-01-2015
- 0 yorum
- 8208 okunma
Arap Yarımadası
Dünya haritasında Arap yarımadası büyüklüğünde ve genişliğinde başka bir yarımada mevcut değildir. Hint yarımadasından daha büyüktür. Yüzölçümü Britanya adalarının sekiz katı ve Fransa’nın da dört katı büyüklüğündedir.1 Avrupa’nın dörtte biri yahut Amerika'nın üçte biri büyüklüğünde oluşuna şaşmamak lazımdır.2
Eski Mısırlılar, Asurlular ve Fenikeliler doğuda Fırat ve batıda Nil nehirleri arasında kalan bölgelerde oturan halka "Araplar" adını vermişlerdir. Irak, Şam ve Sina Yarımadası dışında kalan bölgeleri dışarıda bırakarak Kızıldeniz’le Nil nehri arasında kalan Mısır’ın doğu kısmını da buna eklemişlerdir.3
Eski Yunanlılar ise Basra Körfezi ile Kızıldeniz arasında kalan bölgelere Arap ülkeleri adını veriyordu. Habeşistan, Yemen ve Basra Körfezi muhitlerini bir bölge sayarak Asya Etiyopya adı ile anıyordu. Sonra Batlamiler döneminde Yunanlılar “Arap Bölgesi" adını bütün yarımadaya vermeye başladılar. Üç bölge halinde görmeyi prensip olarak kabul ettiler: Sahra kısmına Arabia Deserta, dağlık kısmına Arabia Petra ve diğer kısma da Arabia Felix adını verdiler.4
Bundan çıkarılan sonuca göre, Arap yarımadası güneyde Hint okyanusu, doğuda Iran denizi ile Dicle ve Fırat nehirleri, kuzeyde Şam bölgesi ve batıda Kızıldeniz’le Nil nehrine kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır.
Arap Yarımadasının Dünya Ülkelerinin Ortasında Oluşu
Dört bir yana uzanan ve geniş bir alanı kapsayan yarımada, dünya ülkelerinin ortasında yer alma ve kuzeyden güneye kadar uzanma özelliğine sahiptir. Bu seçkin coğrafi yerinden dolayı içerde belirli ve dışarıda bütün ekonomik hareketlere açılan uluslararası ticaret pazarlarının merkezi olmuştur.5
Bunu öğrendikten sonra Arap kabilelerinin çadırlarda ikamet eden, sahra ve vahalarda dolaşan, baskın ve yağmacılıktan, yağmur düşen ve ot biten yerleri aramaktan başka bir şey bilmeyen ilkel bir topluluk olduğunu iddia edenlerin içine düştükleri yanlışı düzeltmek bir görev olmaktadır. Çünkü Arap yarımadasında sosyal hayat şartlarını araştıran birçok kişi genel bir hükümle Arapların ilkel bedeviler olduğunu ileri sürmektedir.6
Doğrusu, uygarlıktan payı değişik de olsa, dört bucağa uzanan bu geniş coğrafyada, tamamen bedevi ve ilkel bir hayatın egemen olduğunu söylememiz mümkün değildir. Hatta İslam öncesi devirleri cahiliye diye nitelerken, bilginin zıddı olan cehaleti anlamamız da doğru değildir. Bu nitelemeden amaç, İslam öncesi dönemi belirtmektir.7
Arap yarımadasının iç kesimleriyle diğer bölgeler arasında ayırıcı bir sınır çizmek mümkündür. İç kesimlerde görülen bedeviliğe karşın, kenar bölgelerde önceden ve daha sonra kurulan medeniyetin kalıntıları çok açıktır.8
Daha önce kurulan ve İslam'ın doğuşundan asırlar önce yıkılan eski medeniyetler üzerinde fazlaca durmaya gerek yoktur. Ancak kurumlardan söz etmeye bir hazırlık olmak üzere, İslam'ın doğuşunun öncesine kadar Arap yarımadasında mevcut olan ve göz ardı edilmesi mümkün olmayan kurum ve geleneklere işaret etmemiz gerekir. Çünkü bunlardan İslam'ın alıkoyduğu, kaldırdığı veya düzenleyerek bıraktığı şeyleri ancak bu şekilde tespit edebiliriz.
Yarımadanın Güneyinde Yerleşik Topluluklar
Şüphesiz Arap yarımadasının güneyinde daha çok yerleşik topluluklar bulunmuştur. Bunların kurdukları medeniyet, Arapların “yeşillik'' dedikleri ve ağaçla ekinleri bol olan 9 Yemen’in bayındır kısmında daha açıktır. Bilhassa Main, Sebe’ ve Himyer devletlerinde bu bayındırlık ve yerleşik hayat açıkça görülmektedir.
Main devletinin özellikle sahil bölgelerinde mera, hurmalıklar ve ağaçlık bölgeler çoktu.10 Eski Yunan ve Romalılar buraya “Minaei” adını vermişlerdir.11 Main devletinin Cavf bölgesinde bulunan yazılar, iki devletin de bu devletle ticari ilişkilerde bulunduklarını göstermektedir.12
Sonra devlet zor şartlarla karşılaştı. M.Ö. sekizinci asır dolaylarında Sebe kabileleri bunu fırsat bilerek Main devletini işgal ettiler.13
Sebe’ devleti akarsuları düzenleyerek barajlarda toplamakla istikrarlı ve güvenli yeni bir tarımsal hayata kavuştu.14 Ne var ki Seylu’l-Arim gibi yıkıcı sellerle barajlar yıkıldı, halk dağıldı ve emniyet içinde hayat süren vatandaşlar etrafa dağıldılar.15
Sonra yaklaşık M.Ö. 115 yıllarında Himyer devleti doğdu. Uygarlıkta hayli ilerledi. Kralla- n, taşıdıkları cesaretle Bahreyn ve Hire bölgelerinde Sasanilerle savaşa kadar gittiler.16 Ancak seksen kadar barajı ve özellikle meşhur Ma’rib şeddinin yıkılması sonucu halkın tarımsal hayatı da felce uğradı.17 Yarımadanın geniş topraklarından göç etmek zorunda kaldılar.18
Yemen bölgesinin sakinleri semavi dinleri tanımışlardır.19 Ancak halkın çoğunluğu Arap yarımadasındaki diğer bedeviler gibi İslam'ın doğuşuna kadar putperest kalmışlardır.20 Allah yerine aya ve güneşe tapmışlardır.21 Halkın gözünde krallar tanrılar yanında şefaatçi kabul edilmiştir.22 Hayatlarında kâhinlerin nüfuzu büyük olmuştur.23
Bedevi Bölgeler
Ticari faaliyetler eskiden beri Şam ve Irak sahrasında bedevi bölgelerin doğmasına yol açmıştır. M.Ö. II. asır dolaylarında Suriye'nin güneyinde Nebatiler ülkesi doğdu.24 Bu ülke sahralardan geçen kafilelerin kavşak noktasıydı.25 M.Ö. birinci asırda Yunanlıların Palmyra (hurma ülkesi) dedikleri Tedmur memleketi hayat sahnesine çıktı.26 Hums şehri civarında kendine başşehir edindi. Son devlet başkanı olan meşhut kraliçe Zuba'nın, bazı Bizans İmparatorlarıyla tarihe geçen kahramanlıkları olmuştur.27
Sonra Gassan denilen ve kendisine nispet edilen bir su kaynağı yanında Gassaniler devleti kuruldu.28 Hıristiyanlığın Yakubl mezhebine girdi.29 Müttefiki olan Bizanslılara sadakatle bağlandı. Cefhe oğullarından olan kralları "Şam Kralları" adı İle meşhur oldular.30
İran Kiralarının teşvik ve tahriki sonucu Irak'ta Hire devleti kuruldu. Arap sahrası kıyısında kendisine başkent edindi. Ibnu Mal's-Sema' (yağmur oğlu) lakabıyla meşhur olan kralNuman Ibnu’l-Munzir zamanında Hıristiyanlığa girdi.31 Bu dine girmekle muhtemelen İranlılarınbaskılarından kurtulmak istedi. Ancak İslam'ın doğuşundan az önce tekrar İran’ın egemenliğineboyun eğmek zorunda kaldı.32
Hicaz Bölgesi ve Yerleşik Yerleri
Bizi özellikle ilgilendirmesi gereken ve kuzey ile güney ticaret yolu üzerinde bulunan ve sahilden Necid yüksekliklerine kadar uzanan yerleşik Hicaz bölgesidir.33 Çünkü bu toprakların en mukaddes yeri olan Mekke şehrinde Rasulullah dünyaya geldi. Nitekim Mekke eski zamandan beri Arap yarımadasında büyük bir konuma sahip olmuştur. Çünkü peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim, Allah'tan aldığı emirle, insanların ibadet etmesi için ilk evi' burada yaptı.34 Mekke’ye "Ümmü’l-Kura" adı verildi.35 Sakinleri rahatladı ve bol imkânlara kavuştu. Çünkü e- kinsiz bir vadide de olsa Kızıldeniz sahilindeki Cidde limanına yakındır.36 Ticaret kervanlarının doğal bir uğrak yeridir. Bizzat Mekke tacirleri binlerce develi ticaret kervanları düzenlemişlerdir.37 Kervanların himayesi için Ehabiş denilen kabile fertlerinden koruma askerleri oluşturmuşlardır.38
Mekke halkının sohbet edip eğlendikleri, toplanıp şakalaştıkları salonları vardı. Meryem suresinde bu durumları şöyle anlatılmaktadır: ‘Kendilerine apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman küfredenler müminlere: iki zümreden hangisinin makamı daha iyi, meclis ve topluluk bakımından hangisi daha güzeldir? dediler”39. Birçoklarının büyük servet ve kervanları yanında çocukları ve torunları da büyük sayılara ulaşmıştır. Kur’an-ı Kerim’in bazı tablolarını çizdiği ve kainatın gerçeklerine iltifat etmeden bolluk içinde boğulmalarını kınadığı servet sahiplerinden verilen örneklerde bu durum açıkça görülmektedir: “malı yığıp tekrar tekrar sayıyor ve malının kendisine ebedi hayat verdiğini sanıyor."40
Mesela, Velid bin Muğire hakkında Yüce Allah Müddessir suresinde şöyle buyurmaktadır: “Tek olarak yarattığım, kendisine bol bol mal ve hazır bulunmak üzere oğullar verdiğim, bütün imkânları yaydığım kişiyi bana bırak. Sonra da (bütün bunlara rağmen) hırs ile daha da artırmamı istiyor.41 Mekke’deki diğer azgınların çoğunda olduğu gibi, acıklı durumları ve daha feci akıbetleri kendilerine hatırlatıldığı zaman davet sahibine iltifat etmeyerek “Bizim malımız ve çocuklarımız daha çoktur. Azap görecek de değiliz" demişlerdir.42
Mekke'de Kureyşliler geniş ticaret imkânlarına ve yazın sıcağı ile kışın soğuğunda ticaret kervanlarıyla mal mübadelesi için güzel şartlara sahip olmuşlardır. Hatta Cenabı Hak kendilerinin ismini taşıyan surede bunu onlara hatırlatarak kendisine ibadete çağırmaktadır: “Kureyş'in emniyet ve selameti, kış ve yaz seferlerindeki esenliği için..."43
Ancak gelişen bu ticaret ruhu ve Mekke’de ekonomik gelirlerin çoğalması için mevcut o- lan bu imkânlar, Mekke halkının vurdumduymazlığı, rahat ve sükun hayatını tercih etmeye, kale ve sığınaklarla uğraşmak yerine, eğlence ve sohbet salonlarında vakit geçirmeye sevk etmiştir. Savaş ve çarpışmalara girmek için hazırlık yapmaya yönelmemişlerdir. Varlıklarını korumak, emin olan memleketlerini kuşatan kutsallık halesini ve Kâbe'yi korumak için sadece kabileler arasındaki şöhretleriyle yetinerek kale ve benzeri korunma araçları edinmemelerine, ülkelerini düşman saldırılarına ve kendilerini oradan uzak yerlere sürmelerine nasıl açık bıraktıklarına şaşmamak mümkün değildir.
Ancak Kur’an-ı Kerim'de, Kureyş büyüklerinin Rasulullah’ın hidayetine uymamak için gösterdikleri mazeretleri okuduğumuz zaman, Mekkelilerin kale ve benzeri korunma yollarına yönelmeyişlerinin sebebini daha iyi öğrenmiş oluruz. Onları İslam’a çağıran Rasulullah’a karşı şu mazereti ileri sürmüşlerdir. “Dediler ki, hidayete uyarsak yerimizden oluruz." Ayetin devamında Yüce Allah bu iddialarını şöyle cevaplandırmaktadır: ‘Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin gelip toplanacağı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi?"44
Ancak Mekkelilerin bildikleri bir şey varsa, o da haremlerinin emin, şehirlerinin mukaddes ve Arapların onun kutsallığını kabul ettiğidir. Kendilerini Kâbe’nin bekçileri ve Arapların liderleri yapan gelenek ve inançlarından vazgeçerek heybetlerini kaybetmemek için Rasulullah’a uymak istememişlerdir.
Şüphesiz Mekke halkı yerleşik hayatın imkânlarına çokça sahip olmalarına rağmen Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemde hâlâ kabile hayatı yaşarlardı. “Kureyş" adının açıkça anılması,
Mekke halkının çoğunun Kureyşli okluğunu gösterdiği gibi, Kureyş’in muhtelif ana ve talî nesillerini birbirine bağlayan kabile bağlılığının türüne de işaret etmektedir. Hattâ Ahzab suresinin ellinci ayeti, Rasulullah'ın amcasının kızları yanında babalarıyla Rasulullah'ın babaları arasında açıkça ve doğrudan doğruya kardeşlik bulunmayan hanımlarını da saymaktadır. Meselâ Rasulullah'ın eşi Hz. Aİşe, Kureyş’in Teym soyundan olduğu ve kabilesi değişik bulunduğu halde, Rasulullah'ın amcasının kızlarından sayılmıştır. Zem'a kızı Hz. Şevde de mensup olduğu Amir soyunun Kureyş'in bir kolu olmasına rağmen yine amcasının kızları arasında sayılmıştır. Kureyş'in Adiy soyundan olan Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa ile bütün kabilelerin bağlandığı atası Abdişems'in soyundan gelen Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe annelerimizi de bunlara kıyas edebiliriz. Abdişems, Mekke tarihinde ilk sakinleri arasında soyu çok derinlere gitmeyen Kureyş’in kendisidir.45
Bütün gücü ile kabile bağnazlığını kırmaya çalışan Rasulullah, şüphesiz benliğinde ailevî bağlar ve akrabalarına karşı şefkat, rahmet ve sevgi duygularını da taşıyordu. Hattâ müminlerden bir zümre ile beraber henüz İslam'a girmeyen putperest müşrik akrabalarından bazıları için bağışlanma istemesi üzerine Cenabı Hak tarafından, Tövbe Suresinde açıkça ve kesin bir anlatımla uyarılmıştır "Müşriklerin o çılgın ateşin yaranı oldukları kesin anlaşıldıktan sonra, artık onların haline, isterse akraba olsunlar, ne peygamberin ne de mümin olanların istiğfar etmeleri doğru değildir."46
Mekke’de Merkezî Yönetim
Kâbe'nin kutsallığından yararlanarak Mekke kendini kimi dinî ve siyasî kurumlarla donatma imkânını bulmuştur. Bu kurumlar onu bir nevi merkezî yönetim haline getirmiştir. Kâbe’nin anahtarlarını korumak için Hicabet, ona hizmet için Sedanet, fakir hacıları doyurmak için Rifade, susuz olanlarına su vermek için Sikaye gibi görevler Mekkelilerin elindeydi.47
Mekkeliler danışma, evlenme ve savaş durumlarının karara bağlandığı yer olan Daru'n-Nedve,48 kabilenin toplanma yeri olan meclis49 ve güvenli olan şehirlerini savunmak için girdikleri savaşlarda kullandıkları sancakları da vardı50
Kureyşliler, yerli veya yabancı kimsenin zulme ve haksızlığa uğramasını önlemek için; başka kabilelerden temsilcilerle birlikte “Hilfu’l-Fudul” (Erdemliler Paktı)nı51 kurmakla ıslahat hareketini de gerçekleştirmişlerdir.52
Hac mevsiminin sona ermesinden sonra, hacca gelen bedevilerden bir topluluğun işledikleri cinayetler göz önünde bulundurulduğunda bu ittifakın değeri araştırmacıların gözünde şüphesiz daha da büyümektedir. Bu bedeviler halkın can ve namuslarına saldırıyor, mallarını yağma ediyorlardı.53
Medine ve Halkı
Medine yahut cahiliye devrinde anıldığı ismi ile Yesrib, Hicaz şehirleri arasında Mekke'den sonra gelmektedir. Havasının güzel ve ikliminin mutedil olmasında etkili olan vadi ve tümsekliklerle çevrilidir. Mekke şehri ekinsiz bir yer olmasına rağmen, Medine şehri su kaynakları ve kuyularıyla Hicaz’ın ortasında sahranın gülü olarak görünmektedir.54
Medine'de halk karışık topluluklardan meydana geliyordu. Bir kısmı Arap, Yahudi ve Amalika kalıntılarıydı. Medine'de ilk yerleşen ve evlerle saraylar yapan bu Amalikalılardır.55 Sonra Şam’dan göç eden Yahudiler Medine'ye saldırarak Amerikalıları oradan çıkardılar.56 O zaman Yahudilerden bazı kabileler Medine’ye yerleşme imkânı bularak orada kaldılar. Beni Kureyza ile Beni Nadir Medine'nin ortasında, Beni Kaynuka ise şehrin içinde ve kuzeybatısında yerleşmeyi tercih ettiler.57
Medine’deki Araplar ise, Evs ve Hazrec kabilelerinden meydana geliyordu. Me’rib barajının yıkılması üzerine Yemen’den etraf bölgelere göç eden Yemen halkından bu iki büyük kabile Medine’ye yerleşmiştir.58 Evs, Medine'nin güney ve güneydoğusunda yerleşerek Beni Nadir ve Beni Kureyza’ya karışmışlardır. Hazrecliler ise, Medine'nin merkezinde yerleşerek Beni Kaynuka'ya karıştılar.59
Yahudiler, Evs ve Hazrec kabileleri arasında sürekli bozgunculuk çıkarmaya ve onlara tuzak kurmaya çalışmışlardır. Hattâ cahiliye devrinin sonlarına doğru aralarında ezici savaşlar meydana geldi. Büyük olayları ve meşhur günleri, tarih kitaplarına çokça geçmiş bulunmaktadır.60
Medine'de tarım hayatın temelini teşkil etmiştir. Sakinleri şehrin çevresinde tarım yaparak bol rızık kazanıyordu. Şehir, kendisini saldırgan bedevilerin saldırılarından koruyan büyük bir surla çevrili bulunuyordu.61 Bu surun sonradan yıkıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Hendek harbinde şehri savunmak için etrafında bir hendek kazdırmıştır. Medinelilerin Şam ve Mısır halkı ile ticarî ilişkiler içinde oldukları anlaşılmaktadır. Çünkü Medine’den çıkan iki yol şehri bu yerlere bağlıyordu.62
Taif ve Halkı
Taif seçkin bir tarım şehridir. Havasının güzelliğinden Mekke zenginlerinin yazlık ve dinlenme yeri olmuştur. Halkı güçlü ve savaşçı bir topluluktu. Savaş maceralarına girmeye can atıyorlardı. Çünkü şehirlerini büyük bir surla kuşatmışlar ve bağlı oldukları Sakif kabilesi soy-sop (hasep-nesep) itibariyle Arap kabilelerinin en büyüklerinden ve soy bakımından da en yaygınlarından biri idi. Öyle ki Mekkeliler bu yaygınlığa bakarak Kur’an-ı Kerim’in iki yer halkından birine inmesi gerektiğine bile inanmışlardır.63 Vahyin doğruluğundan ancak böyle emin olabileceklerdi. İki yerden biri Mekke, diğeri de Sakif kabilesinin bulunduğu Taifdir.64
Sahil şehri olan Cidde ise, ticaret mallarının taşındığı bir limandı, inci ve mercan gibi kıymetli taşlar için dalgıçların denize açıldıkları bir merkezdi. Diğer sahil şehirlerinde olduğu gibi sakinleri karışık ve değişik topluluklardan oluşuyordu.65
Vahalar ve Araplar
Cahiliye devrinin şehir ve yerleşim merkezleriyle ilgili bu kısa bilgiler birçoğunda galip olan bolluk hayatını ve sakinlerini birbirine bağlayan bağları göstermektedir. Vahalar da Arap Yarımadasında çoktur. Buralarda kan bağına dayanan ve birçok soy ve göbekten oluşan kabilelere bağlı sınıflarla kabileler otururdu.66 Ne var ki bu bağ aralarında gerçek bir siyasî birlik ve düzen kuramamıştır.
Bir kere sahrada oturanlar hürriyet ve eşitlik aşığıdır. Kendilerine egemen olacak birine boyun eğmeyi kabul etmezler.67 Bununla beraber bazen topluluklarının varlığını ve birliğini koruyabilen deneyimli ve becerikli bir liderin bayrağı altında toplanmaya mecbur kalmışlardır. Bu lidere şeyh, reis, seyyid ve emir gibi unvanlar vermişlerdir.68 Tecrübe, cesaret ve becerikliliğine bakarak onu temsilci seçmişlerdir. Onda şefkat ve mertlik şartlarını da aramışlardır. Zengin ve güçlü kimseleri fakir ve nüfuzlu kişilere tercih etmişlerdir.69
Vahalarda yaşayanların hayatı tehlike ve güçlüklerle doludur. Çünkü göç ve sefer meyilleri belirli bir yerde karar kılmaya imkân vermemektedir. Tarımsal hayatın sükûnetini tanımadıkları gibi el sanatları ile diğer küçük meslekleri de becerememişlerdir.70 Kuraklık ve kıtlık yıllarında açlık kendilerini tehdit etmiştir. Bazıları, böyle zamanlarda koyunun boynuz ve tırnaklarının yontulmasından çıkan talaşı yemekle, bazıları da kesilen bir deve damarından akan kanı içmekle yetiniyordu.71 Kafilelere baskın yaparak soyup soğana çeviren haydut ve asalakların buralarda çok bulunmasına şaşmamak lâzımdır.72
Bedeviler efsane ve hurafelere inana gelmişlerdir. Bardak ve oklarla yemin eder ve fal açar,73 falın güzel çıkması için kuşlar uçurur74, kuşun sağdan veya soldan geçişinden anlam çıkarırlardı.75 Kâhin ariflere koşar, heykel şeklindeki putlara taparlardı.76
Bedevilere göre kadın alınıp satılan, birinden diğerine mal gibi miras kalan bir eşya durumundadır.77 Kocası öldükten sonra en büyük oğluna miras olarak kalırdı. Ona ihtiyacı yoksa kardeşlerinden birine verirdi.78 Birçok kadınla evlenmekte bedeviler bir sakınca görmezlerdi. Bir tehlike anında kabilesini savunacak çok sayıda erkek çocuklara sahip olmayı bir zaruret ve iftihar vesilesi sayarlardı.79
Şüphe yok ki bedeviler kabile bağnazlığı ile çok övünürlerdi. Hatta “Zalim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım et” diyecek kadar ileri gitmişlerdir.80 “Eyyamu’l-Arap” diye övündükleri savaşlarının çokluğunda bu kör kabilecilik duygusu en büyük rol oynamıştır. Bu savaşlar genellikle kabile taassubuna dayanan tarafgirlik eğilimi ve çok basit sebeplerden alevlenmiştir.81
Bu karamsar ve karanlık tabloyu aydınlığa, kötülüğü iyiliğe, cehaleti ilme, anarşiyi nizama çeviren bir peygamberin gelmesi kaçınılmaz olmuştu, işte Yüce Allah Hz. Muhammedi bütün alemlere müjdeci ve korkutucu olarak gönderdi. Rabbine kavuşmadan önce Medine'de güçlü bir İslam devleti kurdu. İslam orduları yeryüzünü Sasani devletinin bozgunculuğundan kurtardığı gibi, Bizans imparatorluğunun zulmünden de kurtardı. Arapları içine düştükleri zillet ve aşağılıktan kurtardı. Medeniyetin gerçek temellerini taşıyan yepyeni uygarlık kurumlarını dünyaya sundu.
Dipnot:
1. Hitti, Cord, Cabbur, Tarihu’l-Arap", 15.
2. Age. 1.
3. De Lacy O’Leary, Arabia before Muhammed, 11.
4. Nasiruddin el-Esed, Masadiru i'ri'l-Cahili, 1.
5. Cevad AK, Tarihu’l-Arap, 2/372 ve Histoire de la Chine, Grousset, 94.
6. Masadiru'ş-Şfri’l-Cahilî, 5.
7. Cevad Ali, Tarihu'l-Arap, 1/7-8. Bkz. Lisanu'l-Arap, 13/131 .(Yazarın bu düşüncesine tam olarak katılmak zordur. Çünkü bu toplum, belki abartılı olarak söylendiği kadar barbar ve çağdaşı diğer toplumlardan çok kötü değilse bile, cahiliyye kelimesinin anlattığı kadar vahiy bilgisinden yoksun ve mantıkla temiz fıtratın kabul edemeyeceği bir hayat yaşadığı da açıktır. Yani cahiliyye kelimesi, İslam öncesi dönemi belirttiği gibi, o dönemde insanların ne kadar cahilce işler yaptığı ve anlamsız inançlara sahip olduklarını da belirtmektedir.
Ancak ‘Arap yarımadasında insanlar daha çok bozulduğu ve düzeltecek bir peygambere en fazla onlar muhtaç olduktan için Hz. Muhammed’in oradan peygamber olarak gönderildiği ve İslam'ı oradan yaymaya başladığı’ düşüncesinin de doğru olmadığını düşünüyoruz. Nitekim Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, Arap yarımadasının o günkü toplum yapısını çağdaşı olan Bizans, İran ve Hindistan'daki toplum yapılarıyla karşılaştırdıktan sonra ‘Peygamberliği insanlara ulaştırmaya Araplar daha elverişli olduktan için Hz. Muhammed’in oradan peygamber olarak gönderildiği sonucuna varmaktadır. Tarihin verdiği-bilgilere bakılırsa, Ebu Zehra pek haksız da sayılmaz. Bkz: Prof. Muhammed Ebu Zehra, Dünya İslam Birliği,47-59, Ter. Prof. Dr. İbrahim Sarmış, Esra yayınlan, Konya, 1996. Çev.).
8. Abdulmun’im Macid, et-Tarihu’s-Siyasi li’d-Devleti’l-Arabiyye, 45.
9. Yakut el-Hamevî, Mu’cemu'l-Buldan, 8/522. Bkz. Encyclopédie de l'lslam, art al-Yâman, 4/1218.
10. Pliny, Naturel History, 2/456 {Translated by Rackham, London, 1949).
11. Cevad Ali, Age. 1/381.
12. Yahya Nami, Nukuşu Hurbeti Main, Kahire 1952.
13. Cevad AH, Age. 2/46.
14. Pliny, Op. Cil 2/459, el-Meydanî, Mecmua’l-Emsal, 1/185.
15. Kur'an-ı Kerim Sebe' suresinde bu kabilenin tarihine, güçlü tarımsal hayatına ve barajların yıkılışına temas etmektedir. Sebe' suresi, 15 vd. Ibnu Hişam, es-Sîratu'n-Nebeviyye, 1/9, el-Hemedanî, et-lklil, (tahkik Nebth Fans), 8/43, Princeton baskısı, 1940.
16. El-lklil, 8/211.
17. Age. 115-116
18. Ibni Hişam, Age. 1/8.
19. Yakubi Tarihi, 1/298.
20. Ibnu’l-Kelbî, el-Esnam, 11.
21. Caton-Thompson, The Tomp and Moon-Temple of Hureidha (Hadramaut) -15. London 1944
22. Cevad Ali, Age. 2/19.’Bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaları için onlara tapıyoruz ‘(Zumer,3) diyen Kureyş müşrikleri de herhalde onların yolunu izlemişlerdir. Çev.)
23. Pliny, Op. CH 4/47.
24. O'leary, Op. Ctt. 82.
25. Doughty, Travels in Arabia Deserta, 41-42 (second ed.).
26. Hitti, History of Syria, 389.
27. İmparator Olyan kendisine savaş açtı ve ülkesini 271 yılında yıktı. Bkz. Huart et Delaporte, L’İran Antique,344.
28. el-Hamevi, 2/369-370.
29. el-Kâmil, 2/192.
30. Ibnu Ishak, Futuhu Mısır, 43, Cevad Ali, Age. 4/119:
31. Ibnu Kuteybe, el-Maarif, 319. Tarihu Ebi'l-Fida, 1/72.
32. İbn Kırteybe,Age.320
33. Belazuri, Fıituhu'l Buldan, 51,
34. Sa’lebi, Kısasu’l-Enbiya, 55.
35. Kutbuddin, Kıtabu’l-I’lam bi A’lâmi Beybllahı’l-Haram, 18.
36. el-Hamevi, 3/63.
37. IbnuHişam, Age. 1/37-38.
38. Lammens, Les Ahabich et rorganisation Militaire de la Mecque au siecle de rhegire, 425.
39. . Meryem, 73.
40. Hümeze, 2-3.
41. Müddessir, 11-15.
42. Sobe’, 35.
43. Kureyş, 1-2.Bkz.lbn Se'd,Age.l/1,s,43
44. Kasas,57.
45. Muhammed İzzet Derveze, Asru'n-Nebiy, 33.
46. Tövbe, 113.
47. Ibnu Hişam, Age. 1/80-83 ve Lammens, L'Arabie Occidentale, 107.
48. Ibnu Sa'd, tabakat, 1/1, s. 39-40.
49. LisanuTArap, 154-155
50. Ibnu Sa'd, Age. 1/1, s. 44
51. Ibnu Kuteybe, el-Maarif, 294. Rasulullah da bu pakta yetişerek hakkında şöyle buyurmuştun “Onu kırmızı develere değişmem.'
52. Ibni Hişam, Age. 1/73.
53. Yakubi Tarihi, 1/314.
54. Şavk! Dayf, eş-Şi’ıu'l-Gınal, 1.
55. el-Hamevi, Mtıcemu’l-Buldan.TMZS.
56. Age, 7/427.
57. Şavki Dayf, eş-Şi’ru'l-Gınal, 5.
58. el-Kârflil fit-Tarih, 1/400.
59. Şavkı Dayf.eş-ŞI’nı’l-Gınaî, 8.
60. el-Kâmil, 1/400.
61. Mucemu’l-Buldan, 7/428.
62. Age. 7/432.
63. Zuhruf, 31.
64. Asru’n-Nebi, 32.
65. Age. 23.
66. Kan bağı temeline dayanan değişik gruplann adlan için bkz. el-Kalkaşandi, Subhu'l-A'şa, 1/308.
67. Bertram, Les Arabes, 28.
68. el-Kâmil, 2/221, Ibnu Haldun, Mukad. 101, Ibnu Hişam, es--Sîra, 1/171.
69. Bichr Fares, L’Honneur Chez les Arabes, 136, Paris, 1932.
70. Ibnu Kuteybe, Uyunu’l-Ahbar, 1/142.
71. Cahız.el-Buhala, 182-183.
72. Lisanu’l-Arap, 12/342.
73. Kuranı Kerim ‘Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Mutlu olmanız için bunlardan kaçının' (Maide.90) diyerek bu işleri yasaklamıştır. (Çev.)
74. Cahız el-Hayavan, 1/324.
75. Cahız. Age. 3/457.
76. Ibnu’l-Kelbl, el-Asnam, 23.
77. Nisa Suresi, W.
78. en-Nuveyrî, Nihayetu'l-Ereb, 3/120.
79. Perron, Femmes Arabes avant et depuis l'Islamisme, 31
80. İbni Haldun, Mukaddime, 39 vd.
81. el-Meydani, Mecmau'I-Emsal, 2/260. el-Kamll, 1/364,
Bu metin Prof. Subhi Salib’in “İslam Kurumları” adlı kitabının “İslam Öncesi Arap Medeniyetine Bakış” başlıklı bölümünden alınmıştır.
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net