- 23-09-2015
- 0 yorum
- 8416 okunma
Öz: Okuyan veya yazılı nüshasını üzerinde taşıyan kimseye zırh gibi koruma sağladığına inanılan bir dua olan Cevşen Duasının Cevşen-i Kebîr (Büyük Cevşen) ve Cevşen-i Sağîr (Küçük Cevşen) şeklinde iki çeşidi bulunmaktadır. Büyük Cevşen duası, bazı Sünni ve şii Müslümanlar arasındaki yaygın inanışa göre Yüce Allah’ın Cebrâîl vasıtasıyla Hz. Peygamber’e -sallellahu aleyhi ve sellem- gönderdiği söylenen bir dua, Küçük Cevşen ise, şîî Müslümanlara göre 12 imamdan biri olan Mûsa el-Kâzım’ın yaptığı bir duadır. Bu yazıda Büyük Cevşen Duasının kaynakları araştırılmış, bunun sonucunda duanın 7.-10./13.-15. asırlar arasında ortaya çıktığı ve ilk olarak Şii bir yazar olan el-Kef’amî’nin(ö. 905/1499) bir dua kitabında görüldüğü, daha sonra Sünni İslam dünyasında el-Gümüşhanevî’nin Mecmû’atul- Ahzâb isimli eserinde yer aldığı, ardından Said Nursî’nin eserlerinde bahsi geçtiği ve risale-i nur müntesipleri arasında meşhur olduğu tesbiti yapılmıştır. Sonuç olarak da hakkında; “mütevatir olduğu”, “Şazeli’nin tasdik ettiği", “Gazali’nin bir şerh yazdığı” ve “bir ehlullah tarafından Efendimizden keşif yoluyla alındığı” şeklinde asılsız iddialar ortaya atılan bu duanın Hz. Peygamber’le -sallellahu aleyhi ve sellem- hiçbir alakasının olmadığı kanaatine varılmıştır.
Cevşen ve Cevşen Duası
Cevşen, “göğüs, göğsün öne çıkan kısmı, savaşmak için hazırlanan demir giysi/zırh, bir şeyin baş tarafı/ parçası/ bir kısmı gibi manalara gelmektedir1. Bu kelimenin Arapça’ya Farsça’dan geçtiği bildirilmektedir. İbn Fâris de, kelimelerin kök manalarını vermekle meşhur Mu’cem’inde bu kelimeye yer vermemiştir.
Cevşen Duası ise, okuyan veya yazılı nüshasını üzerinde taşıyan kimseye zırh gibi koruma sağladığına inanılan bir duadır2. Cevşen-i Kebîr (Büyük Cevşen) ve Cevşen-i Sağîr (Küçük Cevşen) şeklinde iki çeşidi bulunmaktadır. Yaygın inanışa göre Büyük Cevşen duası Yüce Allah’ın Cebrâîl vasıtasıyla Hz. Peygamber’e -sallellahu aleyhi ve sellem- gönderdiği söylenen bir duadır.
Küçük Cevşen ise, Şîîlere göre 12 imamdan biri olan Ebul-Hasan Mûsa b. Ca’fer el-Kâzım’ın (ö. 183/799) yaptığı bir duadır3.
Büyük Cevşen’in önemi ve değeri, hiç şüphesiz, Hz. Peygamber’e - sallellahu aleyhi ve selem- nisbet edilmesinden kaynaklanır. Bu yüzden önce Hz. Peygamber’e bir söz veya fiil/hadis nisbet etmekle alakalı birkaç noktaya temas etmek yararlı olacaktır:
Hz. Peygamber’in hadisleri Müslümanlığın temel kaynaklarındandır. Bunun için Hz. Peygamber’e bir hadis nisbet etmede başından beri büyük hassasiyet gösterilmiştir. Öyle ki, bazı sahabilerin, işin sorumluluğundan dolayı çok az hadis rivayet etme veya hiç hadis rivayet etmeme yoluna gittikleri, diğer bazılarının ise hadis rivayet ettiklerinde kan ter içinde kaldıkları, halden hale girdikleri nakledilmektedir4.
Zaman içinde hadislerin aslına uygun bir şekilde naklini gerçekleştirmek için yapılan faaliyetler ve geliştirilen usuller müstakil hadis bilgi kollarının konusu olmuştur. Burada sadece, hadisleri senedleriyle nakletmenin gerekliliği esası ile hadislerin senedli olarak rivayet edildiği ilk üç asırda ilgili kitaplarda kaydedilmemiş olan hadislerin makbul sayılamayacağı5 esasını kaydetmekle yetinelim. Diğer taraftan Hz. Peygamber’e yalan isndda bulunma en büyük günahlardan sayılmış, hatta bunu dinden çıkma sebebi görenler bile olmuştur. Zira bu, dini tahrip etmek demektir.
Cevşen Duasının Kaynakları ve Senedi
Yazılı edebiyatta Küçük Cevşen Duası’na ilk olarak Şii yazarlardan es- Seyyid Ali b. Tâvûs el-Hıllî’nin (ö. 664/1265) Muhecu’d-Da’avât isimli dua kitabında rastlanmaktadır. İmam Mûsa b. Ca’fer’e (ö. 183/799) varan bir senedle nakledilen bir habere göre bu imam, dönemin Abbâsî halifesi Mûsa Hâdî b. Muhammed el-Mehdî’nin (ö. 170/786) kendisini öldürmeyi düşündüğü haberini alınca taraftarlarını toplayıp bu meseleyi istişare etmiş. Taraftarları ona, uzaklaşıp saklanmasını tavsiye ettiklerinde gülümsemiş ve şöyle bir olay anlatmış
Namazgâhında virdini bitirdikten sonra gözlerini uyku basmış, derken Hz. Peygamber -sallellahu aleyhi ve sellem- görünmüş. O da Hz. Peygamber’e halifeyi şikâyet etmiş, ehl-i beyte yaptıklarını anlatmış, kendisinin de ondan korktuğunu söylemiş. Hz. Peygamber de ona gönlünü hoş tutmasını, Allah’ın kendisini Mûsa’dan koruyacağını söylemiş, akabinde de Allah’ın düşmanını helak ettiğini bildirmiş. Hz. Peygamber bunun için ona, Allah’a şükrünü güzel yapmasını emretmiş. Mûsa b. Ca’fer bu olayı anlattıktan sonra kıbleye dönmüş ve uzunca bir dua yapmış. "İlâhî kem min aduvvin inteda aleyye seyfu adâvetihi..: Tanrım, düşmanlık kılıcı benim aleyhime olarak kınından çıkan nice düşman vardır. (ki, ben onları senin yardımınla bertaraf ettim). Bunun için... sana hamdolsun." şeklinde başlayan bu dua, "Mûsa b. Ca’fer el-Kâzım’ın dualarından Cevşen duası diye bilinen dua" başlığı altında verilmiştir6. Bu duanın naklinden sonra adı geçen kitabın katibi Ebû Tâlib b. Receb, dedesi Takıyyuddîn el-Hasan (b. Ali) b. Dâvûd’un7 (h. 7. yüzyılın ikinci yarısında hayattaymış) kitaplarının birinde Cevşen duasını ve onunla ilgili hikayeyi başka bir rivayetle bulduğunu ve bunun, yukarıda zikredilen duadan önce yer aldığını söyleyerek bir haber eklemiştir. Senedinin baş tarafı verilmeden nakledilen bu haber şöyle başlamaktadır:
"Dostumuz ve Efendimiz Mûsa b. Ca’fer’den -aleyhisselâm-, o, babası Ca’fer es-Sâdık’dan, o, babasından, o, dedesinden, o da babası emîrui- müminîn el-Hüseyn b. Ali’den -Allah’ın salâtları hepsinin üzerine olsun!- naklen rivayet edildi ki, o (yani Hz. Hüseyin) şöyle demiş: Babam emîrui- müminîn -aleyhisselâm- şöyle dedi: "Yavrum sana Allah azze ve cellenin sırlarından bir sır öğreteyim mi? Bunu bana Resûlullah -sallellahu aleyhi ve sellem- öğretmişti ve hiç kimsenin bilmediği sırlarındandı". "Evet, öğret babacığım, sana kurban olayım!" dedim. Şöyle söyledi: er-Rûhui-Emîn Cibrîl -aleyhisselâm- Uhud gününde Resûlullah’ın -sallellahu aleyhi ve sellem- yanına inmişti. Uhud günü çok sıcak korkunç bir gündü. Hz. Peygamber’in - sallellahu aleyhi ve sellem- üzerinde, sıcağın şiddetinden ve zırhın sıcaklığından dolayı taşımakta zorlandığı bir zırh vardı. Hz. Peygamber -sallellahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki, o zaman başımı göğe çevirip Yüce Allah’a dua ettim. Bunun üzerine göğün kapılarının açıldığını gördüm. Nurla çevrili Cibrîl yanıma indi ve bana şöyle dedi: Selâm üzerine olsun, ya Resûlellah! ... Yüceler Yücesi’nin sana selamı var. Sana diyor ki, bu zırhı (cevşeni) çıkar ve şu duayı oku." Haberin devamında birkaç sayfa bu duanın fazileti anlatılır ama dua verilmez8. Buna göre burada Mûsa Kâzım’ın, sonradan “Küçük Cevşen” adını alacak olan ve baş tarafı yukarıda verilen duası söz konusu olmalıdır9. Zaten bu eserde Büyük Cevşen Duası bulunmamaktadır.
İbrahim el-Kef’amî (ö. 905/1499) ise "Ca’fer es-Sâdık’dan rivayet edilen Cevşen duası" diyerek yukarıda söz konusu edilen duayı naklederken10 "Hz. Peygamber’den -sallellahu aleyhi ve sellem- rivayet edilen Cevşen-i Kebîr duası" başlığıyla meşhur Büyük Cevşen Duası’nı11 vermiştir. O, Büyük Cevşen’in senedini ise baş tarafı eksik (muallak) olarak Cunnetu’l-Emân isimli eserinin sayfa kenarında; "es-Seccâd’dan (yani Zeynui-âbidîn’den), o babsın- dan, o, dedesinden12, o da Hz. Peygamber’den -sallellahu aleyhi ve sellem- naklen..." şeklinde kaydetmiştir13. Ca’fer es-Sâdık’a nisbet edilen Cevşen duasına ise bundan sonra “Cevşen-i Sağîr” dendiği görülmektedir14.
Büyük Cevşen duası Sünnî İslam dünyasında ilk olarak Ahmed Ziyâuddin Gümüşhanevî’nin (ö.l3ll/l893), bir dua derlemesi olan Mecmûatu ’l-Ahzâb isimli eserinde yer almıştır. Bu eserde dua metni sayfa içinde "Zeynui- âbidîn’den -Allah ondan razı olsun- rivayet edilen Cevşenui-Kebîr duası" başlığı altında verilirken senedi ve faziletlerine dair haber sayfa kenarında "Cevşen Duasının İsnadı" başlığı altında kaydedilmiştir. Bu kısmın çevirisi şöyledir:
1. "Bana babam, Umâme’den, o, Ca’fer b. Muhammed es-Sâdık’dan, o, babasından, o da dedesi el-Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib’den -kerremellahu vecheh- naklen rivayet etti ki, o şöyle demiş: "Yavrum, sana şanı üstün, lütfü genel olan ve kendisinden başka hiçbir tanrı bulunmayan Yüce Allah’ın sırlarından bir sır öğreteyim mi? Bunu bana Resûlullah -sallellahu aleyhi ve sellem- öğretmişti". "Evet, öğret! Anam babam sana feda olsun!" dedim. Şöyle devam etti: "Resûlullah -sallellahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki; "Bir ara Uhud’a doğru yürüyordum. Çok sıcak bir gündü, zırh da ağırdı15. Göğe doğru baktım, Sübhan ve Yüce olan Allah’a dua ettim. Bunun üzerine göklerin kapılarının açıldığını gördüm. Nurla çevrili Cibrîl yanıma indi ve dedi ki; "Yüceler yücesi olan Allah sana selam söylüyor, esenlik ve ikramlar sunuyor ve şöyle diyor: "Bu cevşeni: zırhı çıkar, şu duayı oku. Bunu okuduğun ve (üzerinde) taşıdığında o, bu zırhdan daha büyük (güvenlik sağlar!)".
2. Dedim ki; "Kardeşim Cibrîl, bu sadece benim için mi, yoksa benimle ümmetim için mi?". "Ya Resûlellah, dedi, bu dua Sübhan ve Yüce olan Al- lah’dan sana ve ümmetine bir hediyedir. Sevabını da ancak Sübhan ve Yüce olan Allah bilir! Sabah vakti evinden çıkarken veya akşam vakti (evine gelince) onu okuyan veya (üzerinde) taşıyan hiçbir kul yoktur ki, ona amellerin iyisi(ni nasib etme) hakkı Allah’ın üzerine vacip olmasın!
3. O sanki Tevrat’ı, İncîl’i, Zebûr’u ve Kur’an’ı okumuş olur. Yüce Allah her harfe karşılık olarak ona iki çift hûr-i ıyn verir, onun için Cennet’te bir ev inşa eder, ona Tevrat, İncîl, Zebûr ve Furkân’ın, İbrahîm ve Mûsa’nın sahifelerinin harfleri sayısınca sevap ile Halîl İbrahim, Kelîm Mûsa, Rûhullah Îsa ve Hâte- munnebiyyîn Muhammed’in -sallellahu aleyhi ve sellem- sevabının aynısını verir. Batıda onun adına bir arz-ı beyzâ’ bırakır(?). Orada Allah’a ibadet eden, ona baş kaldırmayan bir halk vardır. Ağlamaktan ve Allah’ın gazabından korkmaktan dolayı yüzlerinin etleri parçalanmıştır. Onlar yemezler, içmezler. Allah bunların abidlerinin sevabını bu duanın sahibine verir.
4. Dördüncü semâda beyt-i ma’mûr denen bir ev vardır. Ona her gün yetmiş bin melek girip çıkar ve kıyamet gününe kadar bir daha ona dönmezler. Yüce Allah bu duanın sahibine bu meleklerin sevabının aynısını verir.
5. Her kim bu duayı evinde okursa ebediyen ne ona hırsız girer, ne onu ateş yakar. Kim onu temiz bir kabın içine yazarsa, (sonra) onu yağmur ve safran suyuyla yıkar ve aç karnına içerse, eğer hasta ise Yüce Allah ona afiyet verir. Bir gecede bu dua okunursa Allah onu okuyana lütufkâr yüzüyle döner ve ona dilediği şeylerin hepsini verir".
6. O zaman; "Kardeşim Cibrîl, bana daha fazlasını söyle!" dedim. Şöyle karşılık verdi: "Seni hakla peygamber gönderen zata yemin olsun ki, ben gerçekten İsrafil’e sormuştum da o bana şöyle demişti: "Aziz ve celil olan Allah buyurdu ki, izzetime, calâlime, cömertliğime, keremime, mekânımın yüksekliğine yemin olsun ki, bana iman eden ve ey Muhammed, seni tasdik eden kimse bu duayı da tasdik eder. Ben (de) ona bol mülk veririm. Ben bunun, hazinelerimden hiçbir şey eksiltmeyeceği kimseyim.
7. Ey Muhammed, şayet kullarımdan biri bu duayı şu dar-i dünyada herkesin ortasında samimi bir niyet ve sadık bir gönülle yetmiş kere okursa abraşlıktan, cüzzamdan ve delilikten şifa bulur. Bu duayı kâfûr ve miskle bir kaba yazsa (sonra) onu yıkasa ve bunu bir ölünün kefenine serpse onun kabrine yüz bin nur iner, Allah ondan münker-nekîr korkusunu kaldırır, o da kabir azabından emin olur. Kabrindeyken Allah ona yetmiş bin melek gönderir. Her meleğin yanında nurdan bir örtü vardır. Onu üzerine yayar ve onu cennetle müjdelerler".
8. Celil ve yüce olan Yaratıcı’yı şöyle derken işittim: "Bu dua, dünyayı yaratmamdan beş bin sene önce arşın duvarına yazılmış idi. Hangi kul bana, ramazan ayının başında veya sonunda yahut her Cuma gecesinde veya gündüzünde bu duayla şüphesiz halis bir niyetle dua ederse yüce Allah ona kadir gecesini gösterir.
9. Yüce Allah kadir gecesini, içinde yetmiş bin melek, her semada yetmiş bin melek, Mekke’de yetmiş bin melek, Medîne-i Münevvere’de yetmiş bin melek, Doğuda yetmiş bin melek varken, Batıda da aynı şekilde olduğu halde yarattı. Her meleğin yirmi bin başı, her başda yirmi bin ağız, her ağızda yirmi bin lisan vardır. Bunlar Allah’ı değişik dillerle tesbih eder ve sevabını bu dua ile dua edene verirler.
10. (Artık) dua edenle Allah arasında hiçbir perde kalmamıştır, Allah’tan istediği her şeyi Allah ona verir. Bu duayla bir kere de olsa üç defa dua eden hiçbir kul yoktur ki, Allah onun cesedini (cehennem) ateşine haram kılmış, ona cennet vacib olmuş, Allah onun için iki melek görevlendirmiş olmasın. Bu melekler onu günahlardan korur, onun için Allah’ı takdis eder, onu bütün belalardan kurtarır ve ona cennetin kapılarını açarlar.
11. Bu dua yüce Allah’ın hazinelerinden bir hazinedir. Bin bir isimle mâruftur. Allah onu, kendisiyle dua edeni dünyanın hastalıklarından ve afetlerinden (koruyan) bir sığınak ve güvenlik kılmıştır. (Ayrıca) Allah (ona) dünyanın nimetlerinden ve mutluluğundan bir pay verir".
12. (Hz. Peygamber) aleyhisselâm sözüne devamla şöyle buyurdu: "Ya Ali! Cibril bana bu duanın faziletinden (şunları da) bildirdi: "Ve Allah havayı yarattı. Yüce Allah coşan bir deniz de yarattı. Denizin üstünde havayı yarattı. Havanın içinde, yağmur damlalarına vekil yaptığı melekler halk etti.
13. Bunları yağmur damlalarına vekil yaptı. Artık ne damlalar yağmuru geçebilir, ne de melekler damlaları geçebilir. Bunların ikisi de farklı yaratıklardır.
14. Damlalara vekil yapılan meleklerin isimleri Mîkâil, Sa’dâil Demhâyîl , Kefkâîl ve Zemzeyîl ’dir. Bu damlanın ve rahmetin sahibi ile bu melekler bu duanın sahibine yardım edeceğinde boyun eğip şeref kürsüsünden iner, tacı başından çıkarır, yüzükoyun Allah’a secdeye kapanır, bütün işlerinde ona yardımcı olur, onu önünden ve arkasından her afet ve hastalıktan korur.
15. (Allah) bir meleğin üstünde bin melek yaratmıştır. Bunlar semanın kapılarına vekil yapılmışlardır. İlk semaya vekil yapılan meleklerin isimleri Hevkîl ve Hemkîl’dir. İkinci semaya vekil yapılan meleklerin isimleri Kezkîl, Keîl, Kehîl, Dâbih, Saîdîl, Beryîl , Semîl, Maîl, Bevsil, Baîl, Arkatakîl, Asrâfîl, Hâhîl, Evkîl, Beryenânîl ve İsmeîl’dir. (Baş) derecelileri Kerkîl’dir.
Üçüncü semaya vekil yapılan meleklerin isimleri Mikyâîl, Sutûnyâyîl, Arâfîl ve Mabûsâil’dir. Dördüncü semaya vekil yapılan meleklerin isimleri Harkîl, Kâyil, Tarkayâsil ve Ahyâyâsil ’dir. Beşinci semaya vekil yapılan meleklerin isimleri Tavtîl, Tarfîl, Arkîl, Sâhîl, Mâsil ve Semhîl’dir. Altıncı semaya vekil yapılan meleklerin isimleri Bâsil, Bâhîl, Ferkîl, Rec’îl ve Fersîl’dir. Yedinci semaya vekil yapılan meleklerin isimleri İsmeîl, Evyâsîl, Elretbâîl ve Asfatriyâîl’dir.
16. Bu meleklerden her biri bu duanın sahibine baktığında kürsülerinin kürsüsünden iner, Yüce Allah’a yüzükoyun secdeye kapanır, her önemli işine yardımcı olur, her ihtiyacında ona yardım eder. Virdini, beden afiyetini ve ihtiyaçları gidermeyi sürdürmede yardımcı olur. Onlar şöyle derler: "Yâ müfettihai-ebvâb! Kuluna lütfunun kapılarını aç, onu usanmayan gözünle koru, her türlü derd, rahatsızlık ve hastalığı ondan kaldır. Ey merhametlilerin en merhametlisi, dünya ve ahrette başına gelen bütün musibetleri rahmetinle ondan gider. Bu yazıyı dua için taşıyan kimseyi her türlü afetten, zorba ve hain şeytandan kurtar. Ona gizli lütfunla lütufta bulun, güçlü himayenle himaye et. Çünkü sen çok bağışlayıcı ve çok ikramı edicisin.
17. Aziz kitabının muhkem ayetlerinde geçen meleklerin isimleri: Yüce Allah’ın şu sözü: "Şüphe yok, biziz, o saf saf dizilenler, biz. Kesinlikle biziz, o tesbih edenler, biz."16. Onlar on iki kabiledir. Her kabilenin emri altında bir milyar asker, bir milyon tugay, her tugayın altında bin saf melek vardır. Bu melekler bu duanın sahibine baktıklarında şeref kürsülerinden iner, taçları başlarından çıkarır, Rablerine secdeye kapanır ve ona şefaatçı olurlar. Şöyle derler: Sen göklerin ve yerin nûrusun. Seni tesbih ederiz. Sen, cebbârların cebbârı, meliklerin melikisin. Bu duanın sahibini her türlü afetten, felaketten ve fakirlik ve yoksunluktan muhafaza eyle. (Bu) senin için çok kolaydır. Sen mülkün sahibi, melikleri zelil eden, rahmetinle küçük çocuklara rızık verensin, ey merhamet edenlerin en merhametlisi!
18. Azamet perdesine vekil yapılan meleklerin isimleri Serâtîl ve Sekâtîl’dir. Bunlar her meleğin reisleridirler. Bunların bir başkanı, her başkanın emri altında bir milyon sekiz yüz bin saf melek, bunlardan her birinin tugayı, her tugayın yetmiş bin cenahı, her cenahın bir milyon yedi yüz bin meleği vardır. Bunlar bir an bile Allah’a isyan etmez, kendilerine emredilenleri yaparlar. Aynı şekilde bunlar bu duanın sahibine baktıklarında ona boyun eğer, taçlarını başlarından çıkarır ve Rablerine secdeye kapanırlar. Onlar secdelerinde şöyle derler: Allah’ım, seni tesbih eder, sana hamd ederiz. Bütün hamdler sanadır. Hannân mennân bedîu’s-semavât vel-ard olan senden başka hiçbir tanrı yoktur! Ey celâl ve ikrâm sahibi, ey ma’rûf sahibi, kulunu muhafaza eyle, onu her türlü kaygıdan, gamdan ve zorluktan koru. Onu rahmetinle güzel himayene al, ey merhametlilerin en merhametlisi! Lütuf ve kereminle (muamele eyle), ey kerem sahiplerinin en keremlisi!
19. Bu (duanın) büyük dayanakları ve uzun bahisleri vardır. İşte bu, "Cevşen" diye bilinen duadır17. Cevşen duası günümüzde Sünnî İslam Dünyasında sadece Türkiye’de18 meşhurdur. Onu ülkemizde, özellikle de bağlıları arasında meşhur eden19 ise Bedîüzzamân Saîd Nursî (ö. 1960) olmuştur. Bir yazarın ifadesiyle “vahiy oluşu cihetiyle Kur’an’dan hemen sonra mevki alan bu misilsiz münâcât, asrımıza Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri tarafından tanıtılmıştır”20. Bedîüzzaman birçok eserinde bu duanın öneminden bahsetmiş21 ve Hz. Peygamber’e nisbetinin sahih, hatta mütevatir olduğunu iddia etmiştir22. Ancak o, duanın sübûtu ve önemi üzerinde ısrarla durmasına rağmen, kaynağı hakkında bir bilgi vermemiştir. Sadece bir yerde şöyle bir açıklaması vardır: "Yeni Said’in hususi üstadı olan İmam-ı Rabbani, Gavs-ı Azam ve İmam-ı Gazali, Zeynelabidin (r.a.) hususan Cevşenül-Kebir münacatını bu iki imamdan ders almışım. Ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’den aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenül-Kebirle daima onlara manevi irtibatımda, geçmiş hakikati ve şimdiki Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım."23. Burada söz konusu olan iki imam, herhalde isimleri sonda yer alan iki alim yani İmam Gazali ve Zeynelabidin’dir. Zenelabidin’in ismi duanın muallak senedlerinde geçmektedir. Ancak İmam Gazali’nin bu duayla ilgisini gösteren bir bilgiye sahip değiliz. Gerçi onun bu duayı vird ettiğinden, hatta ona bir şerh yazdığından bahsedilmektedir24. Fakat bunu teyid eden hiçbir kaynak bulunmamaktadır. Bu durumda Bediüzzaman’ın "bu iki imamdan ders almışım" ifadesi izaha muhtaçtır. Bununla beraber Bediüzzaman’ın bu duayı Gümüşhanevî’nin eserinden aldığı tahmini yapılabilir25.
Bediüzzaman’ın, Cevşen Duasının faziletiyle ilgili haberi de sahih kabul ettiği anlaşılmaktadır26. Ancak o, bunun yazılıp teksir edilmesini uygun bulmamıştır. Bu konuda, Cevşen-i Kebîr’i teksir ettiğinde27 faziletiyle ilgili haberi duanın başına ekleme konusunda görüşünü soran İnebolulu Nazif Çelebi’ye yazdığı mektubunda şöyle demektedir: "Cevşenin teksîri gayet büyük bir sevapdır. Rûh-u canımla sizi tebrîk ederim. Fakat sizin tercüme ettiğiniz sevabına dair parçanın aynını yazmayınız. Çünkü böyle sevaplar hakkındaki rivayetler müteşabih nev’indendir. Hakîkî mahiyetleri bilinmez. Dinsizlerin veya mu’teriz feylesofların ya mübalağa veya -ne’ûzu billah- hurafe diye tevehhüme düşerler.... Onun için ben tercüme ettiğinizin bir kısmını çizgiler çekdiğim mikdar28 yazılmasın. Ta o büyük hizbinize bir zarar gelmesin ve onunla Nurcuların mu’tedilâne demir gibi meselelerine tenkit parmağı uzatılmasın."29. O bu konuya başka bir mektubunda şöyle temas etmiştir: "Nazif büyük bir hayır yapmak için Nurcuların ehemmiyetli bir virdi olan Cevşenül- Kebir’i makine ile teksir etmiş. Bunun sevabına dair, haşiyesindeki pek harika ve müteşabih hadislerden faziletine dair olan parçayı beraber teksir etmek için bana yazmıştı. Ben de dedim: Otuz beş seneden beri her gün Cevşen’i okuduğum halde o haşiyeyi üç dört defadan ziyade okumadım. Onun için onun aynı münasip olmaz. Tâ muarız ve zındıklar itiraz parmaklarını uzatmasınlar"30.
Cevşen duasını Şazeli’nin de "tasdik ettiği" söylenmektedir31. Bu konuda da hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Şam’da Şâzeliyye tarikatının, Muhammed Ebu’l-Hudâ el-Ya’kubî gibi bazı şeyhleriyle yaptığımız görüşmelerde de tarikatın zikir ve evrad geleneğinde bu duanın bulunmadığı bilgisi alınmıştır. eş-Şâzelî’nin evradı ile ilgili yeni çalışmalarda da Cevşen duasına hiçbir atıf görülmemektedir32. Bu duaya Gazali’nin de bir şerh yazdığı33 iddia edilmişse de bunu doğrulayan bir kayda da rastlanmamaktadır.
Bu konuda en dikkat çekici iddia, onun, Şîanın temel hadis kitapları olan kütüb-i erbaada34 bulunduğunun söylenmesidir35. Daha dikkat çekici olan ise bunu iddia eden akademisyen yazarın kaynak olarak verdiği ansiklopedi maddesinde bunun tam tersinin yani duanın bu kitaplarda bulunmadığının söylenmiş olmasıdır!36
Öyle anlaşılıyor ki, benzeri bir teşebbüs daha önce, duayı Ebû Ca’fer et- Tûsî’yle (ö.460/1067) ilişkilendirme şeklinde yapılmıştı. Anılan kütüb-i erbaanın yazarlarından biri olan bu zata Duâu’l-Cevşeni ’l-Kebîr (Leknov, 1288 h., satır aralarında Farsça tercümesiyle birlikte) ve Duâu’l-Cevşeni’s- Sağîr (Leknov, 1288 h., Urduca tercümesiyle birlikte) isimleriyle iki matbu eser nisbet edilir37. Ancak bu zat Fihrist isimli kitabında eserlerinin isimlerini bir liste halinde bizzat kendisi vermektedir. Ve bu listede Cevşen duasıyla ilgili hiçbir eser görülmemektedir38. Nitekim et-Tûsî’nin hayatı ve eserleri hakkındaki mufassal incelemelerde de bu eserlerden bahsedilmemektedir39. Mohammad Ali Amir-Mouezzi ise bu eserlerin et-Tûsî’ye nisbetinin doğru olmadığını, onların muhtemelen el-Kef amî’nin eserinden alındığını kaydetmektedir40.
Bu arada bu duanın “sonraki asırlarda bir ehlullah tarafından Efendimizden keşif yoluyla alınmış”41 olduğu iddiası da, bu yolla hadis tespitinin durumu bir tarafa42, müphemlikler taşımaktadır. Söz konusu bu "keşif"in hangi asırda hangi alim tarafından yapıldığı ve bu "keşif" bilgisinin de ikinci bir "keşif'e mi, yoksa bir yazılı kaynağa mı dayandığı konularında bir açıklık yoktur.
Kaynakların Değerlendirilmesi
Cevşen’in rivayetleri ve kaynakları hakkındaki bilgiler, araştırılabildiği kadarıyla, bunlardan ibarettir. İçinde hemen hemen bütün temel hadis, hadis usulü, mevzu hadis, tefsir, fıkıh, kelam, rical, Arap dili ve edebiyatı ve bibliyografya kitapları bulunan ve binlerce ciltten oluşan 10183 kitap içeren Şâmile programında (Sürüm 3.28) yaptığımız taramada bu duayla ilgili olarak, son zamanlarda yazılan birkaç kitaptaki bazı bilgiler dışında43 hiçbir bilgiye rastlanmamıştır. Şîayla ilgili kitapların benzeri bir programı olan ve 442 ciltlik 187 kitap içeren Nûr 2 programında da sadece yukarıda verdiğimiz bilgilerin bir kısmına ulaşılmıştır.
Buna göre Cevşen duası ilk olarak 664/1265 tarihinde vefat etmiş olan Şii yazar es-Seyyid Ali b. Tâvûs el-Hıllî’nin Muhecu’d-Da’avât isimli dua kitabında kayda girmiştir. Ama bu, bir rivayete göre sebeb-i vurûdu aynı olsa da, meşhur olan Cevşen-i Kebîr duası değildir. Cevşen-i Kebîr duasına ise 905/149/ yılında vefat etmiş şii yazar el-Kefamî’nin bir dua kitabında rastlanmaktadır. Dua ondan sonra el-Gümüşhanevî’nin eserinde görülmektedir. Şu halde denebilir ki, Cevşen-i Kebîr, el-Hıllî’den sonra ortaya çıkmıştır. Cevşen-i Kebîr bundan sonra pek çok kitapta veya müstakil nüsha olarak görülmektedir. Son duruma Cafer-i Sâdıka nisbet edilen ve hicrî 11. asırda yazıldığı bilidirlen bir Duâu’l-Cevşenu nüshasını örnek olarak zikredebiliriz44. Bu nüsha, yukarıda zikri geçen dua kitaplarından istinsah edilen dua metniyle oluşturulmuş olmalıdır. Aksi halde 11. hicrî asra tekaddüm eden asırlarda varlığından hiç bahsedilmemiş olmasının izahı gerekir.
el-Kefamî ile el-Gümüşhanevî’nin eserlerinde zikredilen duanın senedi ikinci asır başlarında veya ortalarında sona ermektedir. Yani bu seneddeki son ravi ile kayda geçtiği eser arasında 7 asra yakın bir zaman boşluğu bulunmaktadır. Bu durumda baş tarafı eksik olan (muallak) bu senedin hem şiiler hem Sünniler için hiçbir ilmi değeri olmamalıdır. Dolayısıyla bu senede bakarak45 duanın "Şii imamlar vasıtasıyla geldiğinden" bahsetmek46 isabetli değildir. Diğer bir ifadeyle sorun, duanın Şii imamlar vasıtasıyla gelmiş olması değil, böyle bir durumun hiç olmamasıdır. Gerçekte duanın Şii imamlar yoluyla geldiği sabit olsaydı bunu makbul saymakta bir sorun olmayabilirdi. Çünkü ehl-i beyt imamları, özellikle bu duanın senedinde ismi geçen Mûsa b. Ca’fer el-Kâzım (ö. 183/799)47, Ca’fer es-Sâdık (ö. 148/765)48 ve Ali b. Hüseyn Zeynelâbidîn (ö. 94/712)49 ehl-i sünnet tarafından da saygı ile anılan ve rivayetlerine hadis kitaplarında yer verilen âlimlerdir. Ayrıca senedi böyle olan bir haber için muttasıl, mütevatir gibi nitelemelerin yapılması da asılsız ve gerçek dışı beyanda bulunmak demektir.
Büyük Cevşen Duası Rivayetinin Metni
Bu rivayetin metni; duanın faziletlerinin anlatıldığı kısım ve duanın kendisi şeklinde iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmın çevirisini tam olarak ilk defa yukarıda vermiş olduk. Burada fevkalade abartılı ifadeler görülmektedir. Aslında bunlar; bu haliyle, büyük ilahi kitapların, peygamberlerin ve meleklerin faziletlerini bile gölgede bırakan duanın gerçek mahiyetini ortaya koymaktadır.
Duanın kendisine gelince o, her biri Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarından on tanesinin içeren yüz bölümden oluşmakta ve böylece Yüce Allah’ın bin adet isim ve sıfatı zikredilerek Cehennem’den kurtarması isteğini içermektedir. Duanın metni Şîî ve Sünnî edebiyatta bazı küçük farklılıklarla birlikte hemen hemen aynıdır.
Yukarıda zikredilen rivayete dayanarak duanın Allah katından gelen bir vahiy olduğunu50, beşer ürünü olmadığını ifade edenler bulunduğu gibi, onun hakkında, "Hz. Peygamber’e ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak" bir gerçek olarak "baştan sona peygamberane ifadelerle doludur"51 şeklinde değerlendirmeler de yapılmaktadır. Aslında duanın vahiy kaynaklı kudsi bir hadis olarak sübutu söz konusu olsaydı, onda "peygamberane ifadeler" yerine "ilahi izler" aramak gerekecekti. Ancak bu ikisinin de söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.
Duanın metni, ilahi kelamın son mu’ciz örneği olan Kur’an-ı Kerîm’in ifadeleriyle ve özellikle içerdiği onlarca dua ayetleriyle mukayese edildiğinde de aralarında bariz farkların olduğu hemen müşahede edilir. Birindeki duaların açık, kısa ve secisiz olmasına mukabil diğerinde karmaşık, uzun ve secili ifadeler bulunmaktadır. Duanın Kur’ân-ı Kerîm’deki dualarla muhteva açısından mukayesesi de farklılıkların varlığını gösterir. Şöyle ki, Cevşen Duasında esma-i ilahiyyenin zikriyle istenen sadece Cehennem ateşinden kurtarılmaktır. Kur’an-ı Kerîm’de ise bunun yanında pek çok dünyevi ve uhrevi taleb yer almakta, bu arada ahiretle ilgili olarak Naîm Cenneti52, Adn Cennetleri53, Cennette bir köşk54, hasene55, salihlere katılma56 gibi isteklere yer verilmektedir. Buna göre sadece cehennemden kurtarılmaya hasredilmiş olan bu duayı okumakla nasıl dört kutsal kitabın okunmuş gibi olacağı hususu da izaha muhtaç görünmektedir.
Hz. Peygamber'in muteber hadis kitaplarında yer alan dualarıyla mukayeseden de aynı sonuçlar çıkarılabilir. Her şeyden önce "Söz ve işlerinde haddi aşıp külfete girenler helak olmuştur!57 buyurduğu nakledilen Hz. Peygamber -sallellahu aleyhi ve sellem- ağdalı ifadelerden hoşlanmamaktadır. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber’in, tabii olarak değil de özel bir çaba sarf edilerek yapılan secili duaları hoş karşılamadığı, sahabe-i kiramın da secili duadan kaçındıkları nakledilmektedir58. Bazı alimler, Hz. Peygamber’in geleceklerini haber verdiği, "duada haddi aşacak kimselerin"59 de bu şekilde dua yapma gayretinde olanlar olduğu kanaatindedir60.
Konuya bir de tarihî vakıa yönünden bakmak gerekir. İddia edildiğine göre bu dua, sebeb-i vurûduyla ilgili rivayetinde görüldüğü gibi, tarihi bir olayla ilgilidir. O, bütün Müslümanlara da bir hediyedir. O halde Hz. Peygamber hayattayken ve sonrasında, duanın sebeb-i vurûduna benzer sayısız hâdiselerle karşılaşmış olan Müslümanların bu duayı yaygın bir şekilde kullanmış olmaları beklenir. Halbuki o, bu hâdiseler esnasında hiç söz konusu edilmemiş ve sünnî-şîî bütün Müslümanlar asırlarca ondan habersiz kalmış görünmektedir61. Böyle bir durumun olması adeta imkânsız gibidir. Özellikle hadis âlimlerinin tek bir hadis için bile nice meşakkatli yolculuklar yaptıkları, İslam Dünyasının her tarafını bu amaçla dolaştıkları vakıası nazar-ı itibara alındığında bunu söylemek bir abartı olmayacaktır. Nitekim Hz. Ali’nin, kendisinde bazı özel bilgilerin bulunduğuna dair iddialar üzerine yaptığı konuşmada Kur’an-ı Kerîm ile -daha ziyade diyetler gibi bazı fıkhi hükümleri içeren ve kılıcının kınında sakladığını söylediği- bir sahifenin dışında hiçbir bilgiye sahip olmadığı açıklaması62 da bunu destekler mahiyettedir.
Burada şunu da kaydetmek gerekir ki, bu duada bir insan "tertibi" havası vardır. Zengin bir dua geleneğine sahip olan Şii muhitlerde benzeri secili, tertipli pek çok uzun dua metni bulmak mümkündür63.
Değerlendirme
Sonuç olarak denebilir ki, sübûtuna "inanma" durumundan sarf-ı nazarla64, eldeki verilere göre bu duanın Hz. Peygamber -sallellahu aleyhi ve sellem- ile hiçbir ilgisi yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, o, zaman içinde önce şîî muhitlerde ortaya çıkıp Hz. Peygamber’e nisbet edilmiş, oradan da kısmen Sünni İslam dünyasına girmiş bulunmaktadır. Bundan sonra ise üretilen bu dua hakkında bilgiler üretilmiş ve onun mütevatir olduğu, Şîa’nın kütüb-i erbaasında bulunduğu, Şâzelî tarafından “tasdik edildiği”, İmam Gazalî’nin şerhini yaptığı ve asırlarca sonra kimliği bildirilmeyen biri tarafından keşf yoluyla alındığı65 şeklinde iddialar ortaya atılmıştır. Bunların hepsi gerçek dışı iddialardır. Bu durumda demek gerekir ki, bu dua tarih boyunca görülen en uzun vaz’ teşebbüslerinden biridir. Dolayısıyla on dört asırlık İslam tarihinde ilk olarak 9./15. asırda şîî bir yazara ait dua kitabında görülen, sünnî İslam dünyasında ise sadece muahhar iki alimin, Gümşhanevî ve Bedîuzzamân’ın anılan şekilde kaydettiği66 ama geri kalan binlerce alimin, mufessirin, muhaddisin, fakıhin, mutasavvıfın, mütekellimin, müerrihin asırlar boyu ismini bile duymadığı böyle önemli bir metni Hz. Peygamber’e -sallellahu aleyhi ve sellem- isnad etmekte daha ihtiyatlı davranmak dini ve ilmi bir zarurettir.
Dipnot:
* Bu makale “The Prayer of Jawshan -A Study of Its Sources-“ (Ilahiyat Studies, Volum 2, Number 1, (Bursa), Winter/Spring 2011, p. 47-68) başlıklı makalenin gözden geçirilmiş, bazı cüz’î ilave ve değişiklikler yapılmış şeklidir.
1. Bkz. Halîl b. Ahmed, Kitâbu l-Ayn, CŞN maddesi; İbn Manzûr, Lisânu l-Arab, CŞN maddesi; ez- Zebîdî, Tâcu l-Arûs, CŞN maddesi. Sahâbe-i kirâm içinde Zul- Cevşen lakabıyla meşhur olan biri vardır ki, bu lakabın da ona; cevşen giyen ilk Arap veya göğsünün şişkin/çıkıntılı olması yahut Kisra’nın ona bir cevşen hediye etmiş olması sebebiyle verildiği söylenmektedir. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, 2/411.
2. Bediüzzaman Said Nursi Cevşen’in, kendisine içirilen çok tesirli bir “zehirin tehlikesine galebe ettiğini (Bkz. Emirdağ Lâhikası, s. 186) ve “ölüm tehlikesinden belki yirmi defa kudsiyetiyle kurtardı”ğını (a.g.e., s. 195) söylemektedir. Hristiyanlarda da “zırh” adı verilen koruyucu dualar vardır. Bunların en meşhuru Katolik ve Anglikan Hıristiyanları muhtelif vesilelerle terennüm ettikleri ve Latince Lorica: Zırh denilen duadır. İnanan insanı yolculuğu esnasında koruyacağına inanılan bu duayı St. Patrick’in (ö. 461) 5. asırda İrlanda’da papazlık görevi ifa ettiği sırada oluşturduğu geleneksel olarak kabul edilse de 8. asırda yaşayan bir keşişin eseri olduğu tahmin edilmektedir. (Bkz. http://fr.wikipedia.org/wiki /Pri%C3%A8 re_de_saint_Patrick. Erişim tarihi: 13.12.2013). Kilise adamlarından Bilge Gildas’nın (ö. 570) da hastalıklara karşı koruyucu bir duasının (Loncasının) olduğu nakledilir (Bkz. http://fr.wikipedia.org/wiki/Gildas_le_Sage. Erişim tarihi: 13.12.2013).
3. Bkz. el-Meclisî, Bihâru ’l-Envâr, 78/331; en-Nûrî, Mustedreku l-Vesâil, 2/234. Krş. el-Hıllî, Muhecu d-Deavât, s. 220.
4. Konuyla ilgili birçok haberi ve kaynaklarını bir arada görmek için bkz. Muhammed Accâc (Ucâc) el-Hatîb, Tedvînu ’s-Sunne, s. 92 vd.
5. Bkz. el-Beyhekî, Menâkıbu ’ ş-Şâfıî, 2/321. Krş. İbnu’s-Salâh, Ulûmu ’l-Hadis, s. 109, es-Sehâvî, Fethu ’l-Muğîs, 2/107.
6. el-Hıllî, Muhecu 'd-Da 'avât, s. 217-227. Muhsin Muînî bu duaya "Cevşen-i Sağîr" adını vermekte ve Mûsa Kâzım’ın onu Hz. Peygamberden naklettiğini söylemektedir ("Cevşen-i Kebîr", Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, 11/368). Ancak verdiği kaynaklarda bu konuda bir sarahat yoktur.
7. Bu zat bazen dedesine nisbetle el-Hasan b. Dâvûd şeklinde anılır.
8. Bkz. el-Hıllî, a.g.e., s. 227-232 (Haberin, duanın faziletiyle ilgili kısmının benzeri, aşağıda Gümüşhanevî’den bahsederken gelecektir). Krş. el-Meclisî, Bihâru l- Envâr, 78/331-332, 91/397.
9. el-Meclisî, Cevşen’in fazıletiyle ilgili olarak katibin eklediği bu haberin her iki dua hakkında varid olmuş olabileceğini, ama görünüşe göre katibin karıştırdığını kaydetmektedir (Bihâru l-Envâr, 91/327).
10. el-Kef’amî, el-Beledu ’l-Emîn, s. 326.
11. el-Kef’amî, a.g.e., s. 401; a.mlf. el-Misbâh, s. 336.
12. el-Meclisî senedeki bu "dede"yi Ali b. Ebî Tâlib olarak tasrih eder. Bkz. Bihâru l- Envâr, 91/382.
13. Cunnetu l-Emâni ’l-Vâkıye ve Cennetu l-Îmâni ’l-Bâkıye, s. 246 vd. Duanın faziletlerine de, aşağıda zikredilecek olan Gümüşhanevî’nin nakline benze muhtevada, uzun uzadıya yer verilen bu rivayette, esnasında bu olayın geçtiği savaşın ismi verilmemekte "savaşlarından birinde" ifadesi kullanılmaktadır. Burada kaydedelim ki, Cunne ile el-Misbâh aynı eserlerdir. Bu baskılarında aralarındaki fark Cun- ne’nin sayfa kenarlarında bulunan notlardır. Krş. el-Meclisî, Bihâru l-Envâr, 78/331, 91/382; en-Nûrî, Mustedreku l-Vesâil, 2/232 vd.
14. Mehmet Toprak, Ali b. Musa b. Tâvûs’un, Muhecu d-Da ’avât isimli eserinin sayfa kenarında bu duaya Cevşen-i Sağîr ismini verdiğini söylemekte ve "kebîr ve sağîr ayrımının İbn Tâvûs’tan başladığını" tahmin etmektedir (Mehmet Toprak, "Cevşen", 7/464). Ancak adı geçen eserde böyle bir kayıt bulunmamaktadır. Zaten bu eserde iki cevşen duası yoktur, Mehmet Toprakın bibliyografyasından da onun bu eseri kullanmadığı anlaşılmaktadır.
15. Burada "sıkl/sıkal: ağırlık " kelimesi, yazım hatası olarak "nakl" şeklindedir.
16. es-Sâffât sûresi, 165-166.
17. el-Gümüşhânevî, Mecmûatu l-Ahzâb, 3/231-240 (sayfa kenarında. Paragraf numaralan tarafımızdan konmuştur). Haberin buradaki muallak senedinde muhtemelen müstensihden kaynaklanan ravi düşmeleri vardır. Haber Hz. Ali’nin musnedi olmalı ve senedde Hz. Hüseyin’den sonra oğlu Ali Zeynelâbidîn bulunmalıdır. Bu haberin biraz daha ayrıntılı olan benzeri rivayetleri için bkz. el-Hıllî, Muhecu dDeaavât, s. 227-232; el-Kef’amî, Cunnetu l-Emâni l-Vâkıye, s. 246-248 (sayfa kenarında); el-Meclisî, Bihâru’l-Envâr, 91/382-384, 397-402 (Muhec’u’d- De ’avâftan naklen)
18. Bu duanın diğer bazı Sünni İslam ülkelerinde ise risale-i nûr cemaati mensuplarının, açtıkları okullar vasıtasıyla ilişki içinde oldukları muhitlerde tanınmaya başladığı müşahede edilmektedir. Bunun için olmalı ki, bazı yerlerde “cevşen” kelimesinin Türkçe bir kelime olduğu kaydına rastlanır. Bkz. http://albuhasan.net/vb/showthread.php?p=2784. Bu duadan, yaşayan en meşhur hadis alimlerinden bir olan Şuayp Arnavut da habersizdir. Bkz. Enbiya YILDIRIM, Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular, s. 302 ve devamı.
19. Adeta ticari bir sektör oluşturan ilgili sesli ve yazılı yayınların (kitap, makale, özel internet sitesi, internet ortamındaki sair veriler...) yanında şu haberler de bu duanın meşhurluk boyutlarını gösterecek mahiyettedirler: Bediüzzaman’ın talebesinden Ahmed Feyzi KUL’un kabrinin başında Yâsin, Cevşen ve çeşitli dualar okundu (Zaman (Gazetesi), 26.10.2007), Reyhanlı Müftüsü Ali Yazıcı Berat gecesinde yaptığı konuşmada nafile namaz kılma, Kur’an ve Cevşen okuma tavsiyesinde bulundu (Zaman (Gazetesi), 26.10.2007), İtalyan Düşkünler Evi’nde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın döşemiş olduğu bir odada kalan Vatikan’ın eski İstanbul temsilcisi George Marovich Cevşen’i elinden düşürmediği ve "Her gün bir parça Cevşen okuyorum ve okumaya devam edeceğim. Ben Cevşen’e âşık oldum." dediği nakledilmektedir ( Zaman Cumartesi, 16.05.2009, s. 15, Bünyamin Köseli’nin haberi). Cevşen iki profesörün kitaplık çaptaki ilgisine de mazhar olmuş bulunmaktadır: Prof. Dr. Davut AYDÜZ, Hizbu Envâri ’l-Hakâiki ’n-Nûriyye Büyük Cevşen ve Meali, 468 s.; Prof. Dr. Abdülaziz HATİP, Kur’an ve Hikmet Işığında Cevşen Şerhi, 584 s. Ahmet Eren Kademoğlu ise Roma’daki PISAI (Pontificio Istituto Di Studi Arabi e D’Islamistica) Enstitüsünde enstitünün başkanlığını da yürüten Etienne Renaud’nun danışmanlığında Cevşen üzerine bir master tezi hazırlamıştır(Bkz. “Batı C'evsen'i Keşfetti”, Aksiyon Dergisi, 9 Eylül 2002). Yayılması için yazılı-sözlü, görsel-işitsel bütün iletişim imkânlarının kullanılmaya çalışıldığı (Bir dizide kullanıldığına dair bkz. Yeniay, Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği, s. 56) bu dua metninin dinlerarası diyalog çalışmalarında da, peygambere atıf taşımadığından olmalı, ortak bir metin gibi değerlendirilmeye çalışıldığı gözlenmektedir. Bkz. Yeniay, a.g.e., s. 56 vd.
20. Ümit Şimşek, Risâle-i Nûr Işığında Cevşen Meâli, s. XII.
21. Bkz. Nursi, Bedîüzzaman Saîd, Şuâlar, s. 87, 108, 525; a.mlf., Sözler, s. 322, 445; a.mlf. Mesnevî-i Nûriye, s. 161.
22. Bkz. Abdülkadir Badıllı, Risale-i Nûr ’un Kudsî Kaynakları, s. 341.
23. Nursi, Emirdağ Lâhikası, s. 271.
24. "Fasıldan Fasıla - Cevşen", Zaman (Gazetesi), 20 Nisan 1994, s. 7 ("Akademi" sayfasında). Fethullah Gülen Hoca’ya ait olduğu anlaşılan bu sayfadaki bilgiler daha sonra aynı gazetede ve Fethullah GÜLEN Hoca’nın bazı kitaplarında defalarca verilmiştir. Bunun için zaman.com.trde tarama yapılabilir.
25. Bkz. DİA Cevşen dosyasında bulunan el yazması belgenin fotokopisi, s. 9. Burada "Mecmûatul-Ahzâb’m derkenârında bulunan Cevşenul-Kebîr’in fazilet ve hassiy- yetine dair tercümesinin bir kısmı" ifadesi bulunmaktadır.
26. Bkz. Nursi, Emirdağ Lâhikası, s.212-214.
27. Cevşen duasının faziletine dair uzunca rivayetin bir kısmının tercümesi, İnebolu’da teksir yoluyla basılan Cevşenu ’l-Kebîr’in başında yer almıştır. Bkz. Muhsin Demirel (Hattat), Evrâd-ı Nuriye, s. 9.
28. Bediüzzaman’ın, DİA Cevşen dosyasında fotokopisi bulunan bu mektubunun devamında duanın faziletiyle ilgili uzun rivayetin el yazısıyla yazılmış çevirisinin bir fotokopisi vardır. Bu çeviride mübalağalı ifadelerin yer aldığı yukarıdaki 3, 4, 9, 13, 15, 16, 17 ve 18. paragrafların atlandığı görülmektedir. Bu durum Bediüzzaman’ın "çizgiler çektiği mikdar"ın bir sonucu olabilir.
29. Abdulkadir Badıllı, Bediüzzaman Said-i Nursî Tarihçe-i Hayatı, 3/1640; DİA Cevşen dosyasında bulunan el yazması belgenin fotokopisi. DİA belgesinde mektubun kime gönderildiğine dair bir kayıt yoktur. Burada mektup; "Hazret-i Üstâd’ın istîzâhımıza verdiği cevap aynen yazılmışdır." başlığı altında verilmektedir. Mektubun iki kaynaktaki metinleri arasında ufak tefek farklılıklar bulunmaktadır.
30. Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 406. Günümüzde duanın sabitliğini savunan bazı yazarlar ise faziletiyle ilgili rivayetleri "şiî kaynaklarına dayalı" diyerek "ehl-i sünnet prensipleri doğrultusunda" makbul saymamaktadır (Bkz. Ahmet Kurucan, "Dua İkliminde Cevşen (3)", s. 2; Davut Aydüz, "Cevşen Üzerine", s. 33). Mamafih bu yazarlar da yazılarının devamında faziletlerin müteşabih nevinden olduğunu belirtip tevil yoluna giden Bediüzzaman’ın görüşlerini nakledip benimseme yolunu tercih etmişlerdir! Bediüzzaman’ın söz konusu endişeleri paylaşıldığından olmalı ki, Büyük Cevşen Duası Türkçeye defalarca tercüme dildiği halde bu fazilet kısmı hiç tercüme edilmemiştir!
31. "Ebced ve Cevşen", Zaman (Gazetesi), 01 Eylül 1992, s. 10 ("Akademi" sayfasında); "Cevşen, hâlisâne yapılmış bir duadır", zaman.com.tr/webapp- tr/haberno=605533 (26.10.2007)
32. Mesela bkz. Me’mûn Garîb, Ebu ’l-Hasan eş-Şâzelî hayâtuh, tasavvufuh, telâmîzuh ve evrâduh, s. 119 vd.
33. Bkz. M. Fethullah Gülen, Prizma I, s. 151.
34. "Dört kitab" demek olan bu terimle şu eserleri kastederler: el-Kâfî (Muhammed b. Ya’kûb el-Küleynî’nin (Ö.329/940) eseridir), Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh (Muhammed b. Ali el-Kummî Ebû Ca’fer es-Sadûk’un (Ö.381/991) eseridir), Tehzîbu ’l- Ahkâm (Muhammed ibnu’l-Hasan et-Tûsî’nin (Ö.460/1067) eseridir), el-lstibsâr (Bu da Muhammed et-Tûsî’nin eseridir).
35. Bkz. Davut Aydüz, "Cevşen Üzerine", s. 33. Yazar bu makalesini daha sonra, tercüme ettiği Büyük Cevşen’in baş tarafına koyup yeniden yayınlamıştır: Bkz. Aydüz, Hizbu Envâri ’l-Hakâiki ’n-Nûriyye Büyük Cevşen ve Meali, s.g-t. Yukarıdaki iddia, kitabın baş tarafındaki “ı” sayfasında bulunmaktadır.
36. Bkz. Toprak, “Cevşen”, 7/463?
37. Bkz. M. Hidayet Hosain, “et-Tûsî Muhammed ... Ebû Ca’fer”, 12/573-574.
38. Bkz. et-Tûsî, Fihristu Kütübi ’ş-Şî’a, s. 285-288.
39. Mesela bkz. S. Waheed Akhtar, Early Shî’ite Imamiyyah Thinkers. Kitabın “Shaykh al-Tâifah al-Tûsî: Life and Works” bölümünde et-Tûsî’nin 50 eseri tanıtılır. Bunların arasında Cevşen duasıyla ilgili hiçbir eser görülmemektedir.
40. Amir-Mouezzi, “al-Tûsî”, 10/746. Âgâ Bozork et-Tahrânî de el-Kef’amî’ye el- Cevşenu’l-Kebîr ismiyle bir eser nispet ettiği halde (ez-Zerî’a ilâ Tesânîfi’ş-Şî’a, 5/25) et-Tûsî’nin böyle bir eserinden bahsetmez.
41. "Akademi" sayfası, Zaman (Gazetesi), 20.04.1994, s. 7; M. Fethullah Gülen, Prizma I, s. 150.
42. Keşif, bilginin, kaynağından kulun kalbine veya içine bir vasıta olmaksızın doğrudan gelmesi demektir. Tasavvuf ehli bu yolla elde edildiği söylenen bilginin makbul olduğu kanaatindedirler. Ancak bu bilgiler zaman çelişkili olmaktadır ki, bu durum bile bu yöntemin isabetli olamayacağını gösterir. Buna rağmen bu usulün isabetliliği konusunda İmam Rabbani’nin muavvizeteynin Kur’an’dan olup olmadığı konusunda şüpheye düştüğü, bu yüzden onları ibadetlerinde okumamaya başladığı, daha sonra keşfen onların Kur’an’dan olduğunu öğrenince bu uygulamasından vazgeçtiği mühim bir dayanak olarak anlatılır (Bkz. “Fazıldan Fasıla Cevşen”, Zaman (Akademi), 20.04.1994, s. 7; M. Fethullah Gülen, Prizma I. S, 149). Ancak bu olay, keşfi kurtarayım derken Kur’an’ın bütün olarak mütevatirlğine gölge düşürecek mahiyettedir. Bunun için olayın, sabit olsa bile delil gibi nakledilmesi çok vahimdir. Keşfi bilginin değeri hakkında bkz. Süleyman Uludağ, "Keşf", 25/315-316; Seyit Avcı, Sûfilerin Hadis Anlayışı Bursvî Örneği, s. 137171.
43. Söz konusu kitaplardan birisi aslen bir şîî alim olan ancak araştırmaları sonunda şîaya eleştiriler yönelten ve bu konuda yazdıklarıyla büyük tartışmalara yol açtığı bildirilen Ayetullah el-Berkaî’nin (?) Kesru ’s-Sanem isimli kitabıdır. Müellif bu eserinde Şîa’nın en muteber hadîs kitabı olan el-Kâf ’ deki bazı hadisleri eleştirmektedir. Bu arada birkaç yerde Cevşen duası rivayetine atıfta bulunmaktadır. Diğer kitaplar ise bazı fetva mecmualarıdır ki, buralarda Cevşen duası hakkında sorulan sorulara bu duanın asılsızlığı yönünde cevaplar verilmektedir.
44. Bkz. Sezgin, GAS, 1/530.
45. Şîî bir akademisyen olduğu anlaşılan Dr. Necefkulî J^Habîbî; Cevşen, Kur’an âyetlerini ve doğrulukları kabul edilmiş olan haber ve duaları kapsadığı için senedini incelemenin gerekmediğini söyler (“Mukaddimetu’l-Musahhıh”, s. 7)
46. Bkz. Toprak, "Cevşen", 7/463; M. Fethullah Gülen, Prizma I, s. 149; Kurucan, "Dua İkliminde Cevşen (1)", s. 2, Aydüz, "Cevşen Üzerine", s. 33.
47. Tirmizî ve İbn Mâce’nin Sünen’lerinde hadis rivayetleri bulunan “sadûk/doğru sözlü, âbid” biridir ((İbn Hacer, Takrîbu ’t-Tehzîb, 2/282)
48. Buhân’nin el-Edebu’l-Mufredi, Müslim’in Sahîhi ve sünen-i erbaa’da rivayetlerine yer verilen, “sadûk, fakîh, imam” biridir ((İbn Hacer, Takrîbu ’t-Tehzîb, 1/132)
49. Kütüb-i sittenin hepsinde rivayetleri bulunan “sıka, fakîh, celîl, meşhûr” bir kimsedir (İbn Hacer, Takrîbu ’t-Tehzîb, 2/35)
50. Şimşek, Risâle-i Nûr Işığında Cevşen Meâli, s. X.
51."Akademi" sayfası, Zaman (Gazetesi), 20.04.1994, s. 7; M. Fethullah Gülen, Prizma I, s. 148.
52. Bkz. eş-Şu’arâ! sûresi, 85.
53. Bkz. Ğâfir suresi, 8.
54. Bkz. et-Tahrîm sûresi, 11.
55. el-Bakara suresi, 201; el-A’râf suresi, 156.
56. Bkz. Yûsuf suresi, 101; eş-Şu’arâ! sûresi, 83.
57. Müslim, "İlm", 7(4/2055).
58. Buhârî, "De’avât’", 20(7/153) . Cahiliye döneminde Araplar secili dua metinleri hazırlarlar ve bunlarla yapılan duanın büyük oranda kabul edileceğine inanırlardı (el-Beyhekî, Delâilu ’n-Nubuvve, 1/96-97).
59. Ahmed b. Hanbel, Musned, 1/172, 183; Ebû Dâvûd, "Tahâret", 45(1/24), "Vitr", 23(2/77) İbn Mâce, "Duâ", 12(2/1271),
60. el-Gazzâlî, İhyâ’u Ulûmi ’d-Dîn, 1/308 (Böyle bir yorum nakleden Gazzâlî, bunu me’sûr dualar dışına çıkmaya yormanın daha uygun olacağını ekler); el-Munâvî, Feyzu ’l-Kadîr, 4/130.
61. Ümit Şimşek şöyle demektedir: “Bu tarifi imkânsız değerine ve ehemmiyetine rağmen Cevşen’in Asr-ı Saâdetten bu yana ümmet içinde lâyık olduğu alâkayı gördüğünü söylemek, ne yazık ki, mümkün değildir.” (Risâle-i Nûr Işığında Cevşen Meâli, s. XII). Ancak eklemeliyiz ki, bu dua “lâyık olduğu alâkayı görmemiştir” demek yerine “hiç alâka görmemiştir” demek daha doğru olur. Çünkü yoktu.
62. Bkz. el-Buhârî, “İlm”, 39(1/36); “Cizye”, 10(4/67)
63. Örnekleri için el-Hıllî’nin adı geçen Muhecu ’d-De ’avât isimli kitabı ile Abbâs el- Kummî’ninMefâtîhu ’l-Cinân isimli kitabına bakılabilir.
64. Bir düşünür "İnanmak sonsuz mantıktır!" der.
65. Son üç iddianın sadece bir kişi, Fethullah Gülen Hoca tarafından ortaya atılmış olması dikkat çekicidir.
66. Yukarıda kaydedildiği gibi duayı Said Nursî, muhtemelen Gümüşhânevî’nin eserinden almıştır. İkisinin ortak bir kaynaktan almış olması da ihtimal dâhilindedir.
Kitabiyat
Ahmed b. Hanbel, Musned, Beyrut, t.y., 6 c.
“Akademi", Zaman (Gazetesi), 20.04.1994, s. 7;
Akhtar, S. Waheed, Early Shî’ite Imamiyyah Thinkers, New Delhi, 1988.
Amir-Mouezzi, Mohammad Ali, “al-Tûsî, Muhammad b. Ali Abû Dia’far”, EI (İng.), 10/745-746.
Avcı, Seyit, Sûfilerin Hadis Anlayışı Bursvî Örneği, İstanbul, 2004.
Aydüz, Davut, "Cevşen Üzerine", Yeni Ümit, Ocak-Şubat-Mart 2001, yıl: 13, sayı: 51, s. 32-37.
Hizbu Envâri’l-Hakâiki’n-Nûriyye Büyük Cevşen ve Meali, İstanbul, 2010, Define Yayınları, 468 s.
Badıllı, Abdulkadir, Bediüzzaman Said-i Nursî Tarihçe-i Hayatı, İstanbul, 1990, Timaş Yayınları, 3 c. Risale-i Nûr ’un Kudsî Kaynakları, İstanbul, 1992, Envâr Neşriyat.
el-Beyhekî, Delâilu ’n-Nubuvve, thk. Dr. A.Kal’acî, Beyrut, 1985/1405, Dâru’l-Kütübi’l- Ilmiyye, Menâkıbu ’ş-Şâfiî, thk. S. Ahmed Sakr, Kahire, 1390/1970.
el-Buhârî, Sahîh, İstanbul, 1315, Dâru’t-Tıbâati’l-Âmire, 8 c.
“Cevşen, hâlisâne yapılmış bir duadır", zaman.com.tr/webapp-tr/haberno=605533 (26.10.2007)
Demirel (Hattat), Muhsin, Evrâd-ı Nuriye, İstanbul, 1997, İnşirah İslamî Araştırmalar Merkezi.
DİA Cevşen dosyasında bulunan el yazması belgenin fotokopisi.
“Ebced ve Cevşen", Zaman (Gazetesi), 01 Eylül 1992, s. 10 ("Akademi" sayfasında).
Ebû Dâvûd, Sünen, thk. M. Muhyiddîn Abdulhamîd, y.t., t.y., 4 c.
“Fasıldan Fasıla - Cevşen", Zaman (Gazetesi), 20 Nisan 1994, s. 7 ("Akademi" sayfasında)
Garîb, Me’mûn, Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî hayâtuh, tasavvufuh, telâmîzuh ve evrâduh, Kahire, 2000, Dâru Garîb.
el-Gazzâlî, İhyâ ’u Ulûmi ’d-Dîn, Mısr, 1957 (?).
Gülen, M. Fethullah, Prizma I, İstanbul, 1997, Nil Yayınları.
Gümüşhânevî, Mecmûatu ’l-Ahzâb, y.y., t.y., 3 c.
Habîbî, Dr. Necefkulî, “Mukaddimetu’l-Musahhıh”, Şerhu’l-Esmâ’ ev Şerhu Duâi’l- Cevşeni’l-Kebîr, Mevlâ Hâdî es-Sebzvârî (1212-1289 h.), thk. Dr. Necefkulî Habîbî, Tehrân, 1993, Dânişgâh-ı Tehrân.
Halîl b. Ahmed Ebû Abdirrahman el-Ferâhidî, Kitâbu ’l-Ayn, thk. Abdulhamîd Hindâvî, Beyrut, 2003, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 4 c.
el-Hatîb, Muhammed Accâc (Ucâc), Tedvînu’s-Sunne, Kahire, 1383/1963, Mektebetu Vehbe.
Hatip, Abdülaziz, Kur’an ve Hikmet Işığında Cevşen Şerhi, İstanbul, 2009, Nesil Yayınlan, 584 s.
el-Hıllî, es-Seyyid Ali b. Tâvûs, Muhecu ’d-Da ’avât, Kum, 1411/1990, Dâru’z-Zehâir.
Hosain, M. Hidayet, “et-Tûsî Muhammed b. el-Hasan b. Ali Ebû Ca’fer”, Urdû Dâire-i Maârif-i İslâmiyye, Lahor, 1973, Dânişgâh-ı Pencâb, 12/573-574.
İbn Hacer, el-lsâbe f Temyîzi’s-Sahâbe, thk. Ali M. el-Bicâvî, Mısr, 1972, Tab’ Nahdati Mısr, 8 c., Takrîbu’t-Tehzîb, thk. Abdulvehhâb Abdullatîf, Beyrut, 1975, Dâru’l-Ma’rife, 2 c.
İbn Mâce, Sünen, thk. M. Fuâd Abdulbâkî, Kahire, t.y., 2 c.
İbn Manzûr, Lisânu l-Arab, Beyrut, 1999, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, 18 c.
İbnu’s-Salâh, Ulûmu’l-Hadis, thk. Nûruddîn Itr, Beyrut, 1973.
el-Kef’amî, İbrahim b. Ali, el-Beledu’l-Emîn ve’d-Diru’l-Hasîn, Tahran, 1963, Müesse- se-i Tahkîkât ve Neşr-i Maârif-i Ehlu’l-Beyt., Cunnetu ’l-Emâni ’l-Vâkıye ve Cennetu ’l-Imâni ’l-Bâkıye, y.y., t.y., el-Misbâh, Kum, 1405 h.k., İntişârât-ı Radî.
el-Kummî, Abbâs, Mefâtîhu’l-Cinân, ta’rîb: S. Muhammed Rıza en-Nûrî en-Necefî, Kuveyt, 2004/1425, Mektebetu’l-Fakîh.
Kurucan, Ahmet, "Dua İkliminde Cevşen (1)", Zaman (Gazetesi), 2 Ağustos 1996, s. 2., "Dua İkliminde Cevşen (3)", Zaman (Gazetesi), 4 Ağustos 1996, s. 2;
el-Meclisî (ö. 1110/1698?), Bihâru’l-Envâri’l-Câmia li-Dureri Ahbâri’l-Eimmeti’l- Athâr, Beyrût, 1984, Müessesetul-Vefâ’, 110 c.
Muînî, Muhsin, "Cevşen-i Kebîr", Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tehrân, 1386 hş., Bunyâd-ı Dâiretu’l-Maârif-i İslâmî, 11/368-369.
el-Munâvî, Feyzu’l-Kadîr şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, Mısr, 1938/1356, Matbaatu Mustafa Muhammed, 6 c.
en-Nûrî, Mirza Hüseyn et-Tabersî (ö. 1320/1902), Mustedreku ’l-Vesâil ve Mustenbetu ’l- Mesâil, Kum, 1987-1988, Müessesetu Âlil-Beyt, 18 c.
Nursi, Bediüzzaman Saîd, Emirdağ Lâhikası, İstanbul, 2004, Nesil Matbaacılık., Sözler, İstanbul, 1958, Sinan Matbaası., Şuâlar, İstanbul, 1960, Çeltüt Mtbaası.
-, Mesnevî-i Nûriye (Türkçe Tercümesi), mütercim: Abdülmecid Nursi,
İstanbul, 1958, Osman Yalçın Matbaası.
es-Sehâvî, Fethu ’l-Muğîs, thk. Ş. Ali Hüseyn Ali, 1992/1412, Dâru’l-İmâm et-Taberî, 4 c.
Sezgin, Fuat, GAS, Leiden, 1967.
Şimşek, Ümit, Risâle-i Nûr Işığında Cevşen Meâli, İstanbul, 1994, Zafer yayınları.
et-Tahrânî, Âgâ Bozork, ez-Zerî’a ilâ Tesânîfi’ş-Şî’a, Beyrut, t.y., 8 c.
Toprak, Mehmet, "Cevşen", DİA, İstanbul, 1993, 7/462-464.
et-Tûsî, Muhammed b. el-Hasan Ebû Ca’fer Şeyhu’t-Tâife, Fihristu Kütübi’ş-Şî’a, Kalkuta, 1271/1853.
Uludağ, Süleyman, "Keşf", DİA, Ankara, 2002, 25/315-316.
Yeniay, Adnan, Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği, Sivas, 2008, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Zebîdî, Muhammed b. Muhammed Ebu’l-Feyz Murteza, Tâcu’l-Arûs min Cevâmii’l- Kâmûs, Kahire, 1306 h., Mtb. el-Hayriyye, 10 c.
Yıldırım, Enbiya, Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular Büyük Muhaddis Şuayp Arnavut’la Söyleşi, İstanbul, 2011, Rağbet Yayınları, 488 s.
İktibas: Abdullah Aydınlı, “Cevşen Duası”, Usûl, 15 (2011/1), 7 - 29.
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net