
- 03-08-2014
- 0 yorum
- 2968 okunma
“Doğunun yetiştirdiği fıtratların en yükseği olmasa bile en yükseklerinden biri olduğu şüphe götürmeyen merhum Cemaleddin Efgani’ye dair birkaç söz söylemek istiyorum. İçimizde merhumu görmeyen çoksa da zannederim işitmeyen, bilmeyen yoktur. Muhtemeldir ki sevgili okuyucularımız şu satırlarda Cemaleddin’in özel hayatına, ilmi hayatına, siyasi hayatına ait malumat göreceklerini zannediyorlar. Hayır öyle etraflı bir tercümehali ileride yazarız. Benim bugün yapmak istediğim şey varsa o da hazretin pak hatırasına sürülmek istenen bir lekeyi, bir bühtan pisliğini göstermek, onun mahiyetini, nereden geldiğini tetkik etmektir. Cemaleddin’in basılmış ve basılmamış birçok risaleleri, makaleleri, konuşmaları varsa da merhumun en büyük en kalıcı eseri bence Mısır müftüsü Muhammed Abduh’tur. Evet, Şinasi millete en muazzam hizmetini Namık Kemal’i yetiştirmek suretiyle yerine getirdiği gibi Cemaleddin’de İslam alemine en kıymetli bir yadigar olarak merhum müftüyü [Abduh] bırakmıştır. Şeyh Muhammed Abduh ölmüş yüreklere gayret ruhu, şehamet ruhu üfleyen sihirli beyanı, o çoşkun feyzi hangi kaynaktan alıyordu? Şüphesiz büyük üstadı Cemaleddin’in düşüncelerinden. Cemaleddin’in İstanbul’a birinci gelişi Ali Paşa’nın sadrazamlığına rastlamıştı. Merhum Afganlılara mahsus o sevimli kıyafet içinde olarak Paşa’nın meclisine girer, en yüksek şeref mevkiini ihraz eder, kimsenin nail olamayacağı hürmeti görürdü. Bununla beraber Cemaleddin’i takdir eden yalnız Ali Paşa değildi. İstanbul’un bütün emirleri, vezirleri, büyükleri adetçe, kıyafetçe, dilce kendilerine bigâne gelmesi icap eden bu zatın ilmine, diyanetine, alicenaplığına hayran olmuşlardı. Aradan altı ay kadar bir zaman geçince Cemaleddin, Meclis-i Maarif azalığına getirildi. Bu memuriyetinde maarifin yaygınlaştırılması için düşündüğü vasıtaları pervasızca söyledi ki arkadaşları bunun görüşüne iştirak etmiyordu. Zamanın şeyhulislamı bulunan zat Cemaleddin’in fikirlerini özel menfaatlerine aykırı gördüğü için fena halde kızıyor, zavallıyı gözden düşürmek için vesile arıyordu.
1287 Ramazınında idi ki Darulfunun müdürü Tahsin efendi [Mösyö Tahsin] merhim Şeyh’den fenlerin ve sanatların teşviki yolunda bir konuşma yapmasını istemişti. Cemaleddin türkçesinin o kadar iyi olmadığını ileri sürerek mazur görülmesini istemişse de berikinin ısrarı üzerine muztar kalarak etraflı bir konuşma tertip etmiş, bununla beraber zemen ve zamana uygun olup olmadığın anlamak için önceden memleketin ileri gelenlerine göstermişti.
Darülfünun açılacağı gün Cemaleddin’in konuşmasını dinlemek için İstanbul’un emirleri, alimleri, eşrafı kamilen toplanmıştı. Şeyhülislam da cemaatin içinde bulunuyordu. Cemaleddin konuşma kürsüsüne çıkınca olanca dikkatini konuşmanın içinde kötüye yorulmaya müsait bir iki cümle yakalamaya hasretmişti.
Cemaleddin konuşmasında diyordu ki;
“İnsani kazanımlar canlı bir bedene benzer. İnsanoğlunun ürettiği sanatların her biri o bedenin bir uzvu mesabesindedir; mesela iktidar bir yönetim için, bedende iradenin merkezi olan beyin gibidir. Demircilik kol, çiftcilik ciğer, gemicilik ayak gibidir...”
Cemaleddin bu gibi basit benzetmelerle bütün uzuvları saydıktan sonra şu neticeyi veriyordu;
“ İnsanoğlunun saadeti bu suretle teşekkül eder. Cismin hayatı ise ruh ile kaim olmasına nazaran bu cismin, yani insanoğlunun saadet ruhu ya nübüvvet ya da hikmet [felsefe/bilim/sanat] ile olur. Lakin bunlar başka başka şeylerdir. Nübüvvet [peygamberlik] bir ilahi lutüftur ki çalışmakla elde edilemez. Cenab-ı Hak mahlukları arasında her kimi isterse bu lutfa mazhar kılar; “Allah peygamberliği kime vereceğini daha iyi bilir.” [En’am, 6/124] Hikmete [felsefe/bilim/sanat] gelince bu fikir üretmekle, bilgi öğrenmekle olur. Sonra nebi hatadan masumdur, hâlbuki filozof hataya düşebilir. Bir de peygamberin hükümleri batıl vesveselerin hücumundan ilahi ilimle korunmuştur. Bunları kabul etmek imanın temel şartlarındandır. Filozofların görüşlerine gelince, bunlara tabi olmak kesinkes şart olmayıp, ilahi şeriata ters olmamak şartıyla ve akla uygun olanları kabul edilebilir...”
İşte Cemaleddin’in nübüvvete ait olmak üzere söylediği sözler bundan ibarettir ki İslam alimleri icmaıyla sabit olan hakikata tamamıyla uygun olduğu halde şeyhülislam, merhumdan intikam almak için “Cemaleddin nübüvvet bir nevi sanattır diyor” şaiyasını çıkardı, bunu teyid için de “nübüvveti sanatlara dair verdiği bir nutukta zikretti” dedi. Daha sonra camilerde vaizlere Şehy’in aleyhinde yürümelerini emretti. Zavallı Cemaleddin aleyhindeki sözlerin sırf iftira olduğunu, hakikatin meydana çıkması için şeyhülislam ile muhakeme edilmesi lazım geleceğini söylediyse de kimseye dinletemedi. Mesele gazetelerin ağzına düştü, bunların bir kısmı şeyhülislamı, bir kısmı Şeyh’in lehinde idare-i kelam etti.
Nihayet merhumun sevdiklerinden bir kısmı ona sabır ve sükûnet tavsiye ettiler. Zaman bu gibi haksız şayiaları hükümden düşürür, hakikati meydana çıkarır dedilerse de dini gayreti ilmi kadar yüksek olan Cemaleddin bir türlü duramadı. Herhalükarda şeyhülislamla muhakeme edilmesini ısrarla istedi. Sonuçta, ortalık durulunca kadar daha sonra isterse geri dönmek üzere İstanbul’u terk etti. Zavallı Cemaleddin her manasıyla mazlum bir halde İstanbul’u terk ederek Mısır’a gitmeye karar verdi.
İşte merhumun ne zaman bahsedilse “ilmine, faziletine, siyasetine söz yoksa da ne yazık ki mülhid [dinsiz] idi, nübüvvete inanmazdı” derler ki anlamadan, dinlemeden söylenen bu sözlerin nereden çıktığı görülüyor...”[1]
Efgani ve Abduh Vehhabi Miydi?[2]
“Geçen hafta merhum Cemaleddin Efgani’ye dair birkaç söz söylemiştim. Maksadım o büyük adama isnat edilmek istenilen dinsizliğin pek yanlış bir tevcih olduğunu göstermek idi. Ne yazık ki bu sefer de “Cemaleddin mülhid değildi, fakat Vehhabi idi” iddiası ortaya sürülmeye başlandı.
Acaba bu şaiayı çıkaranlar bir adamın alnına “Vehhabi” damgasını yapıştırmanın ne demek olduğunu biliyorlar mı?
Vehhabilik belirli bir mezhebin ismi olmakla beraber Arabistan’ın birçok yerlerinde dinsiz tanınan veya öyle tanıtılmak istenilen adamlara verilen bir payedir. Lehinde söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibilli bir özellik olduğu için mesela ben bugün çıkar da Allah’tan korkmadan en akidesi pak bir adam hakkında “iyidir ama dinsiz olmasa!...” dersem az zaman sonra zavallıyı bütün aşiret halkı baştan başa mülhid tanırlar. Acaba bu adam ilhadı gerektirecek ne söylemiş, ne yapmış demeyi hatırlarına bile getirmezler!
Müslümanlıkta en güç bir paye varsa o da bir adama dinsiz payesini vermekten ibaret olduğu halde faziletini, irfanını, ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut düşünme tarzını kendi meşrebimize uygun görmediğimiz kimseleri bu hasbi rütbe ile gözden düşürmek nedense bize pek kolay geliyor!
Lüzüm-u küffar başka, iltizam-küfür yine başka iken, yüzde doksan dokuz ihtimal doğrudan doğruya tekfirini icab eden bir adamı yüzde bir ihtimalle kurtarmak üzerimize farz iken, biz aksine binde bir zayıf ihtimalle yakaladığımızı dinsiz yapıp çıkıyoruz, gerideki dokuz yüz doksan dokuz iman ihtimalini nazara bile almıyoruz.
Arabistan’a gidin, en büyük adamları Vehhabi, Türkistan’a gelin Farmason, Acemistan’a uğrayın dinsiz yahut Babi!
En garibi şurasıdır ki bütün İslam aleminde bu ünvan ile teşhir edilen adamların büyük bir kısmı Müslümanlığı, Müslümanları müdafaa etmeye hayatlarını vakfetmiş olan ümmetin büyükleridir, milletin fedakarlarıdır!
Bir yabancı aramıza girse dese ki; Ey Müslüman cemaat, falan, falan, falan zatlar sizin en akledininiz, en aliminiz, en fazılınız olduktan başka millet evlatlarının saadetine çalışmış olmak itibariyle iyilikseveriniz, en hamiyetlinizdir. Siz bunları Vehhabilikle, masonlukla itham ediyorsunuz, yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz. Demek sizin dininiz akılla, ilimle, faziletle, hamiyetle kabil-i telif olmayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz?
Bugün Mısır memleketinde İslam’ın menfaatlarını müdafaa eden ne kadar hamiyetli kalem varsa hepsi Cemaleddin’in terbiyesi sayesinde yetişmiştir. Tevhid dünyasına binlerce muharrir el, binlerce mütefekkir dimağ hediye eden Cemaleddin Vehhabi olabilir mi?
Merhumu ne Afganistan’da, ne Hindistan’da, ne Avrupa’da, ne Osmanlı toprağında rahat bırakmadılar, hiçbir yerde oturtmadılar. Cemaleddin Müslüman aleminde hakiki, sermedi (sürekli, uzun soluklu) bir uyanış başlatmak gayesine matuf olan çalışmasında kısıtlama yapsaydı, bu siyasetine azıcık fasıla verseydi, dünyanın her yerinde şerefiyle mütenasip bir debdebe içinde yaşayabilirdi. Fakat o koca adam hamiyetinin yüksek maksadı uğrunda zamanın her türlü musibetlerine göğüs gerdi, başkalarının zorunlu olarak dayanamayacağı mahrumiyetlere, ümitsizliklere o kendi tercihiyle katlandı. Kemal’in tabirine göre o bir yaşayan şehit idi;
Ne devlettir şehid-i zi-hayat olmak bu dünyada!
Cemaleddin hakkında söylenen Vehhabilik Şehy Muhammed Abduh için de esirgenmiyor. İki senedir Sırat-ı Mustakim’in sayfalarında merhumun eserlerini görüp duruyoruz. Allah için söyleyelim, hangi manasına alınırsa alınsın, Vehhabiliği okşar bir cümlesi, bir makalesi görüldü mü? Bazıları “şeyhin zühdü ilmi nispetinde değildi” derler. Olabilir, lakin acaba merhum bütün hayatını itikafla, nafile ibadetlerle geçireydi İslam alemi için daha faydalı mı olacaktı? Mösyö Honota’ya karşı çıkıp da Mağrip’deki milyonlarca Müslümanın haklarını müdafaa etmek, öyle zannederim ki asırlarca nafile ibadet etmekten daha sevaptır.
Bilmez misiniz, Hz. Ömer tabiundan Ebu Kılabe’ye “Bence seni evlat ve iyalin için nafaka tedarikiyle meşgul görmek, böyle mescit köşelerinde itikaf halinde görmekten daha hayırlıdır” demiş. Düşünmeli ki Ebu Kılabe nihayet üç beş kişiden ibaret ailesine yiyecek bulacaktı. Abduh ise 300 milyonluk bir ailenin hayatı için çalışmak mecburiyetinde idi!
İşte bugün bir Cemaleddin’i, bir Muhammed Abduh’u yok! İslam dünyası hakikaten kimsesiz, cidden garip biz bu gibi ümmetin büyüklerini rehmetle, hürmetle anmalıyız ki geriden gelenler aramızda tatlı bir hatıra bırakabilmek ümidinden mahrum kalarak mücahededen vazgeçmesinler.
Üç beş sene önce bir frenk bana demişti ki; “Fen ve sanat erbabının kıymetini takdir etmiyorsunuz, mazursunuz, lakin çalışma ve hizmet erbabını takdir etmiyorsunuz! İşte bu kabahatiniz affedilemez.”. “Ey akıl sahipleri, ibret alınız” (Haşr, 59/2)”
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net