- 16-10-2014
- 0 yorum
- 4457 okunma
Not: Bu mülakaât 8 Kasım 2001'de Hartford'da Jean-François Mayer tarafından gerçekleştirildi.
Religioscope: İslami direnişin belli başlı düşünürlerine gelmeden tanımlayıcı yakıştırmalardan başlayalım: İslamcılık? İslami direniş? İslami köktencilik? İslami diriliş (uyanış)? Hangilerinin uygun ya da hangilerinin uygunsuz yakıştırmalar olduğunu düşünüyorsunuz, bu hareketlerin bütününü anlatmakta en yeterlileri size göre hangileri?
İbrahim Ebu Rebi: Kitabımda İslami köktencilik yahut İslami direniş değil İslami diriliş tabirini tercih ettim ve kullandım zira 19. yüzyıla yani İslami direnişin kökenlerine gittiğinizde siyasal bir direniş hareketinden çok daha fazlasını bulursunuz. Esasında, 19. yüzyıl Müslümanlarının pek çoğu şeriatın uygulanması değil ama bilhassa İslam dünyasında genellikle moderniteye atfedilen kolonyal işgallerin sarstığı İslami değerlerin ve İslami bir hayat biçiminin yeniden canlandırılmasını talep etmişlerdi.
Ancak mesele saf ve basit haliyle modernite değildi. Mesele, Batılı fikirlerin güçlü bir siyasal ve iktisadi düzenin hakimiyeti yoluyla İslam dünyasında yaygınlaşması idi. Bu yüzden İslami kurumlar, devletler ve Müslüman entelijansiye böylesi bir hakim düzene karşı büyük bir tepkiyle yaklaştı. Örneğin, İslami bir karşılık verme (cevap üretme) süreci Osmanlı Devleti yönetim düzeyinde tanzimat yani yeniden yapılanma şeklinde tezahür etti. Birinci Dünya Savaşı'nın akabinde dağılan imparatorluğu bir arada tutamayan bir süreç olan tanzimat Türk-Osmanlı toplumunun modernleş(tiril)mesini temsil eder. Bu nedenle, İslami diriliş ya da direniş tabirlerini kullandım.
Religioscope: İslami direnişin yayılmasını kısmen de olsa Arap milliyetçiliğinin çöküşünün bir sonucu olarak görebiliriz. Fakat ilk andan itibaren İslami direniş Arap dünyasıyla sınırlı kalmadı ve gelişti. Direnişin ortaya çıkışının daha genel sebepleri sizce nelerdir? Temelde, moderniteye bir karşılık anlamında mıdır?
İbrahim Ebu Rebi: İslami direnişin üç aşamasını birbirinden ayırt etmeliyiz diye düşünüyorum:
İlki, Arabistan'daki Vahhabi hareketi gibi yabancı Batılı fikirlere karşı gelişmemiş, benim kolonyal öncesi (pre-kolonyal) diye tabir ettiğim hareketlerdir. Örneğin, Vahhabilik yerel [ve yerli] bir hareketti ve bu anlamda kolonyal öncesiydi.
Ardından kabaca 19. yüzyıl başlarında başlayan ve 20. yüzyıl ortalarına kadar süren İslami direnişin kolonyal aşaması gelir; ki bu hareketler İslam dünyasında farklı şekillerde var olan Batılı hakimiyetine karşılık vermişlerdir. En önde gelen örneği Mısır kökenli Müslüman Kardeşler'dir. Diğer bir örnekse Hindistan ve Pakistan'ın ayrılmasından önce 1941-42'de Mevdudi tarafından kurulan Pakistan'daki Cemaat'ül İslami'dir. Bunlar kolonyal dönemin ortaya çıkardığı iki büyük ve geniş çaplı İslami yapılardır.
Kolonyal sonrası (post-kolon- yal) dönemde ise diğer İslami hareketler ortaya çıktı. Diyelim, Taliban kolonyal sonrası bir harekettir. Mısırlı Cihad da öyle. Dolayısıyla, kolonyal öncesi, kolonyal ve kolonyal sonrası dönemleri birbirinden ayırt edebilmeliyiz.
Religioscope: Osmanlı devletinin çöküşünü müteakip Hilafet'in ortadan kaldırılışını dönüm noktası olarak görebilir miyiz? Esasen, kitabınızdan yalnızca Hilafet'in kaldırılışı hadisesi değil Mustafa Kemal Atatürk'ün seküler[ci] idaresinin de Arap dünyasında dönemin Müslüman düşünürlerince yaklaşan felaketin habercisi olarak algılandığı sonucu çıkıyor.
İbrahim Ebu Rebi: Haklısınız. Osmanlı devletinin -resmen 1923'te- dağılmasının İslami diriliş üzerinde büyük etkileri olmuştur zira Müslüman dirilişçiler, zayıf ve yozlaşmış da olsa Osmanlı Devleti'ne baktıklarında, yalnızca siyasal değil aynı zamanda teolojik düzeyde İslami birliğin temsilini görürlerdi. Ancak 1924'ten bu yana bu birliğin kaybolduğu yani İslam dünyasının bir merkezinin olmadığı duygusu hakim. Elbette ki, bu durum bizleri İslam dünyasında her biri diğeriyle pek çok farklı konuda çekişme halinde birlikten uzak ulus-devletler dönemine taşıdı. Dolayısıyla esas sebeplerden biri budur. 1910'larda Hindistan Müslümanlarının Hilafet hareketini kurmaları buna bir cevaptır. Osmanlı Devleti'nin bütünlüğünü muhafaza etmesinin bir vasıtası olarak yardımlar toplayarak Türkiye'ye gönderdiler. Bu hareket hem toplumsal çapta etkili hem de kurumsal düzeyde etkindi zira Müslümanlar Hilafet'in yitimi fikrinden çekiniyorlardı. Bugün esas gayesi Hilafet'i yeniden diriltmek olan -ki Hizb'ut Tahrir'in bütün güçlü hitabetine rağmen yeniden dirileceğinden şüphedeyim- ve Hilafet adına konuşan bir tek İslami parti var; Hizb'ut Tahrir. Bu hareket küçük bir topluluk fakat Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde söz sahibi konumda.
Religioscope: Kitabınızın son kısmında çağdaş İslam düşünürlerinden birini "Kutub sonrası" şeklinde tanımlıyorsunuz. Bu bakımdan Kutub kitabınızda önemli bir rol oynuyor. Kutub'un çalışmaları çağdaş İslami direniş açısından bir dönüm noktasıdır diyebilir miyiz, neden?
İbrahim Ebu Rebi: Bana göre Kutub modern ve çağdaş Arap İslam direnişinin en önde gelen düşünürlerindendir. Sıklıkla olmasa da, bazı durumlarda -hareketin kurucusu olmasına rağmen- Hasan el Benna'dan dahi önemli bir konumdadır. Seyyid Kutub kurucular arasında değildir hâlbuki. 1940'larda İslami düşünceye tam anlamıyla dönüş yapmadan önce, Mısır'da seküler bir araştırmacı yazardır.
Fakat Kutub'un benzersiz bir kişiliği vardır. Bir defa hayatının önemli bir kısmını hapiste geçirmiştir. Kur'an tefsiri de dahil yazılarının büyük çoğunluğunu hapiste iken yazmıştır. Onun yazılarının, idam edilişini takiben Arap ve İslam dünyasında 1960'larda ortaya çıkan diğer pek çok hareketin ideolojik köşetaşı oluşunun sırrı da buradadır. İdam edilişi birçok kimse gözünde onu şehitlik konumuna yükseltmişti. Bu nedenle Seyyid Kutub birçokları için ilham kaynağı olmuştur.
Bugünlerde Arap dünyasında birçok İslami düşünür mevcut ancak bunlar arasında genç Arap entelijansiyesi üzerinde etkili büyük bir düşünür olarak Lübnanlı Şii, Muhammed Hüseyin Fadlallah'ı zikretmeliyim. Zira kitabımın bir kısmını da tamamen ona ayırdım. Muhammed Hüseyin Fadlallah pek çok bakımdan Seyyid Kutub'un mirasını sürdürüyor. Şiddeti savunmuyor fakat İsrail ve ABD'ye yönelik oldukça eleştirel bir tutum takınıyor. Basında birkaç hafta önce ABD'ye yapılan saldırıları kınadığı bir raporu görebilirsiniz. Diğer yandansa Amerika'nın Afganistan'a saldırısını kınıyor zira bunun meselenin çözümüne katkısı olmayacağını düşünüyor.
Religioscope: Kitabınızda, Seyyid Kutub'un 1951'de bir kitabını Arapçaya çevirdiği Hindistan doğumlu Nedvi adında bir yazardan bahsediyorsunuz. İlginç olan durum şu: Arap-İslam direnişine Arap dünyasının dışından pek çok Müslüman düşünürün de katkısı oldu. Hindistan ve Mısır'daki bu insanlar birbirleriyle irtibat halinde miydi?
İbrahim Ebu Rebi: Güney Asya'dan Arapları etkileyen en meşhur iki düşünür Nedvi ile Mevdudi'dir. Bu iki insan hakikaten son derece etkili olmuşlardır. Ancak iki yıl önce oldukça ileri bir yaşta vefat eden Nedvi Mevdudi'den farklıdır. Nedvi bölünmenin akabinde Pakistan'a geçmeyi reddederken Mevdudi gitmiştir. Bu, aralarındaki temel bir farktır. Elbette ki, her ikisi de şeriatin uygulanması ve İslam toplumlarında adaletin yeniden tesisi çağrısında bulundular. Bu insanların genç Arap entelijansiyesi üzerinde çok büyük tesiri olmuştur.
Religioscope: Kutub, Müslüman Kardeşler olmadan Kutub olamazdı. İhvan Mısır'da doğdu fakat çok kısa bir zaman içinde Mısır sınırlarının ötesine yayıldı. Bu, yalnızca Mısırlı entelektüellerin değil bütün bir Arap dünyasının sorularına da cevap ürettiğinin işaretidir aynı zamanda. Müslüman Kardeşler'in, üstelik de İkinci Dünya Savaşı'ndan önce, Mısır'ın ötesine nasıl yayıldığını kısaca anlatabilir misiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Bu gerçekten ilgi çekici bir soru. Kutub'un harekete 1940'ların sonunda katıldığını söylemekle yetineyim. Harekete katıldığı kesin tarihi kimse bilmiyor ancak kanaatime göre hareketin kurucusu Hasan el-Benna'nın şehid edilmesinden sonra katılmaya karar verdi. Bilhassa akılda tutulması gereken bir etken bu. Seyyid Kutub'un karizmasını da artıran ikinci esas sebepse 1952'deki Nasır devrimidir zira bugün bizler, 1952 sonrasında, Mısır'da daha önce vaki olmayan yepyeni bir durumla karşı karşıyayız. Kutub ise kendisini tümüyle bu yeni duruma uydurmadı. Başlangıçta, İhvan genç çalışanlarının İslami bir yol izleyeceğini varsayıyordu ancak birkaç yıl sonra hayal kırıklığına uğrayacaktı. Durum pek de öyle değildi.
Müslüman Kardeşler'in yayılması ise bana göre 1940'lar ve 50'lerde başladı. Arap dünyasında büyük oranda Kahire'ye, özellikle de El-Ezher'de, öğrenim görmek için gitmiş ve diğer Müslüman Kardeşlerle irtibata geçmiş farklı Arap Müslüman öğrenciler yoluyla yaygınlaştı. Mısır önde gelen bir Arap ülkesi. Yine önde gelen entelektüel bir Arap ülkesidir. Dolayısıyla Suriye, Filistin yahut Fas'ta dünyaya gelmiş bir Arapsanız ve yolunuz Mısır'a düşmüşse orada pek çok farklı entelektüel akımla karşılaşırsınız. Eğer Müslümansanız yahut İslami bir eğiliminiz varsa kişisel olarak hareketin önderleriyle irtibata geçebilirsiniz. Bu öğrenciler de bunu yaptılar ve ülkelerine geri döndüler. Sudan'da (Hasan el- Turabi) ve İhvan'ın kurucusu Yusuf el-Sibai örnekliğinde Suriye'de bu durum apaçık ortaya çıkmıştı. Sibai 1940'larda Mısır'da öğrenim görmüştü. Ayrıca, İhvan'ın Filistin'de Siyonistlere karşı savaşmak üzere bir ordu da gönderdiğini unutmamalıyız. İşte tüm bu etkenler İhvan'ın fikirlerinin yayılmasına neden oldu.
Religioscope: Müslüman Kardeşler'in ilk safhalarında kilit isim Hasan el-Benna idi. Onunla ilgili en önemli şey siyasal faaliyetlerinden ziyade bir düşünce sistemi kurmuş olmasıdır. Bizlere Hasan el-Benna'nın takdim ettiği yeni düşünce sisteminden biraz bahsedebilir misiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Kendi yazmalarına bakarsanız, son derece ilgi çekici bir insan olduğunu görürsünüz. Richard Mitchell Hasan el-Benna üzerine bir kitap yazmıştı ancak ben halen kendisi, hayatı, eğitimi, geçmiş birikimi, fikirleri üzerine bir kitabın gereğine inanıyorum.
Hasan el-Benna esasen şehirli değildi. Sufi görüşlerinden etkilenmişti. Ardından gittiği İsmail'i- ye ve Kahire'de Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani, Reşid Rıza gibi insanların düşüncelerinden etkilendi. 1930'larda bu düşünceleri kendi düşünce sisteminde meczetmeye uğraştı. Bu nedenle, "Bizler bir Sufi kardeşliğiz fakat aynı zamanda disiplinli bir yapıyız da. İslami düşüncenin reformunu öğreten bir hareketiz." Açıkça dile getirmese de, 19. Yüzyıl İslami reformcu önderlerin özellikle de Abduh, Afgani ve Rıza'nın kitlesel hareketler ortaya çıkarmak konusunda başarısız olduğunu varsayıyordu. Ona göre bu insanlar harika görüşler ileri sürmelerine rağmen bu görüşlerini denemediler. Hasan el-Benna'ya düşen ise bütün bu fikirleri, Mısır'da büyük bir güç tekamül edecek toplumsal bir hareketin içine yedirmekti. Mısır hükümeti ülkedeki monarşiye karşı oluşturduğu tehdidin farkına vardığı için, 1940'ların sonlarına doğru gizli polis tarafından katledildi.
Religioscope: Hasan el-Benna'nın kariyerinde Sufizmin kendisi için öneminden bahsettiniz. Ancak bugün İslami diriliş hareketlerinin genelde Sufizme karşı oluklarını müşahade ediyoruz. Bu algı dışarıdan mı kaynaklanıyor size göre?
İbrahim Ebu Rebi: Hasan el- Benna'nın kariyerinde durum bu olmasa da, bugünkü hareketlerin pek çoğu için doğru. Fakat örneğin Muhammed Abduh gibi bir insan söylemlerinde Sufi karşıtıdır. İslami direniş önderlerinin pek çoğu Sufi düşünceyle irtibatlı olmayan şehir merkezlerinden geliyor ve Sufi düşüncenin İslami düşünceyi yolundan saptırdığı görüşündeler.
Religioscope: Hasan el-Benna ve sonraki çağdaş Müslüman düşünürlerin çalışmalarında yalnızca kolonyalizm, Batılı sekülarizm değil aynı zamanda Hıristiyanlık eleştirisi vardır. Misyonerlik faaliyetlerinin kolonyal kurumlarla içiçeliği nedeniyle bu durum anlaşılabilirdir. Hasan el-Benna'nın Mısırlı Kıpti Toplumunun Batılı Hıristiyan emperyalizmi ile barışık olmayan yerli bir topluluk olduğunu gözlemlediğini ifade ettiniz. Sonraki İslami düşünürlerin Doğu Hıristiyanlığı gerçeğine bakışlarını anlatabilir misiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Hasan el- Benna, Batı düşüncesinin bilhassa da eğitim ve felsefe seviyesinde ciddi eleştirisini yapmıştır. Batılı fikirlerin yoz(laştırıcı) mahiyeti nedeniyle, kabulüne açık değildir. Fakat Kıpti topluluğu eleştirmemişti. Hatta, karşılıklı diyalog çağrısında bulundu. Ancak bu 1930 ve 40'larda Mısır'ın siyasal atmosferinde tabii sayılabilir. İngilizlere karşı Kıptilerle Müslümanlar arasında ilişkileri inşada Wafd partisi ve Sa'd Zağlul'un rolünü unutmamalıyız.
Genel anlamda, Arap dünyasındaki farklı İslami hareketlerin Ortadoğu'daki Hıristiyan topluluk karşısındaki durumu üzerine bir araştırmaya halen ihtiyaç var. Müslüman Kardeşler Hıristiyanların da kardeşlerimiz olduğunu ve diyalog gereğini açıkça ifade etti. En mücessem örnekliğiyse Lübnan'da Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın düşünce ve eylemlerinde göründü: Lübnan'daki rahipler ve farklı dini önderlerle sürekli görüşme içinde oldu. Birçok defa, "büyük bir Hıristiyan topluluğa sahip Lübnan'da yaşadığımız için amacımız İslami bir devlet kurmak değil" demiştir. İslami bir devlet kurmak ve şeriati uygulamak adil olmayabilir diyerek "dinlerin birer din gibi saygı gördüğü, çoğulcu bir Lübnan hükümeti kurma" mecburiyetini ifade etmiştir. Bu, daha da incelenmesi gereken yeni bir söylemdir.
Religioscope: Kitabınızda Kutub'un daha İhvan üyesi olmadan ne denli çizgi dışı bir İslami gündemi olduğundan bahsediyorsunuz. Çizdiği entelektüel yolu detaylarıyla anlatıyorsunuz fakat birkaç kelime ile Kutub'un biyografisinin ana hatlarını ifade edebilir misiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Kutub, 1930'larda Taha Hüseyin ve El- Akkad gibi iki büyük kişilikten etkilenmiş bir araştırmacı yazardı. İslami konularda yazmalarına rağmen, bu iki düşünürün İslami düşüncenin reformcu kanadından geldiklerini söyleyemeyiz. Seyyid Kutub 1940'larda Kur'an'ın İslami hayattaki öneminin giderek daha bir farkına varmaya başladı. Dolayısıyla artık o Kur'an'ı yegane metin ve tahlillerinin ve gerçekliğin tek ölçütü olarak kabul etti. Tefsirinde şöyle yazıyordu: "Yüzümü Kur'an'a dönmeden ve O'nun gizlerini anlamadan önce hayatımın 30 yahut 40 yılını Avrupa felsefesi çalışarak heba ettim." Bu bakımdan kariyerinde, entelektüel hayatında seküler bir araştırmacıdan dini bir alime uzanan ciddi bir değişim (geçiş) gerçekleşmiştir.
Ardından, 1940'ların sonunda bir başka değişim yaşandı. Kur'an'ın İslami teolojisini Mısır toplumunun sosyal meselelerine uygulamaya başladı. Fakat bunu Seyyid Kutub'un düşüncesini etkilemiş, 1945'te İslam ve iktisadi adalet üzerine esaslı bir eser veren Şeyh Muhammed el-Gazali başlatmıştır. Bu düşünce İslam'da Sosyal Adalet kitabında son derece vazıhtır.
1952'den yani Mısır devriminden sonra ise bir başka dönüşüm gerçekleşti. Bu durum Müslüman Kardeşler'in Mısır devrimine karşı konumu ile ilgiliydi. Genç Mısırlı yöneticilerin İslam'ı uygulamayı kabul edecekleri bekleniyordu ancak beklenen olmadı. Bu süreç de Seyyid Kutub'un hapsedilmesi ve ardından 1966'da idamı ile sonuçlandı.
Religioscope: Müslüman Kardeşler içinde Seyyid Kutub'un konumu neydi?
İbrahim Ebu Rebi: İhvan'ın değişik yayınlarından sorumluydu ve hareketin baş ideoloğu olarak görülüyordu.
Religioscope: Kutub üçünü yol olarak da tanımlanabilecek bir şeyi savunuyordu, ne komünizmi ne de kapitalizmi. Eğer onu doğru anlayacaksak, Kutub'u ilk elde sarsan hem kapitalizm hem de komünizmin materyalistik (maddeci) gayeleriydi. Bunlar maddeci dünya görüşleriydi.
İbrahim Ebu Rebi: Elbette Kutub da bu meseleler üzerinde fikir beyan etmiştir ancak çağdaş İslami düşüncede bu konularda söz söyleyen yegane kişi o değildir. İslami düzen üzerine konuştuğunda, hiç değilse dönemin hiçbir yerinde uygulanmayan ideal bir İslami düzenden bahsettiği izlenimini edinirsiniz. Ancak o Müslümanların bir gün materyalizmle maneviyat arasında, bu dünya ile ahiret arasında bir dengeyi yakalayacak ideal İslami düzeni uygulayabileceklerini ümit etmişti.
Religioscope: Kutub'un Batı hakkındaki bilgisi yalnızca kitaplardan değildi, bunun dışında olarak kişisel bir Batı tecrübesi de mevcuttu. 1949 ve 50'de Amerika'da öğrenim gördü. Bu dönemdeki tecrübesiyle ilgili daha fazla malumat verebilir misiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Amerika'daki hayatı üzerine bir kitap yazmıştı ancak Mısır'da yasaklandığı için bulamamıştım. Fakat birisi o kitaptan uzun alıntılarla dolu bir tez hazırlamıştı. Kutub Maryland'e İngilizce öğrenimi için gelmişti. Geldiğinde 40'larında, olgun bir adam ve Mısır toplumunda iyi bilinen bir araştırmacıydı.
Halen Amerikan toplumuna karşı tavrını bilmiyoruz. Bir gün bir kiliseye gittiğini ve kilisedekilerin müzik çaldığını ve hatta dans ettiğini müşahede ettiğini biliyorum. Bu onun hiç hoşuna gitmemişti. Hıristiyanlık dünyevileştiği, daha da önemlisi, ciddi olarak sekülerleşerek bu türlü unsurlarca yozlaştırıldığı için üzülmüştü.
Religioscope: Sizin de gözlemlediğiniz gibi Kutub meraklı ve ciddi bir okurdu da. Fakat size göre başka yazarların onun üzerindeki etkisi pek çok araştırmacının söylediğinin aksine o denli büyük değil. Onu en fazla etkileyenin Kur'an'ı ve Mısır'ın tarihi vaziyetini okuması olduğunu söylüyorsunuz.
İbrahim Ebu Rebi: Doğru, bilhassa 1940'lardan sonrası için. Fakat öncesinde pek çok yazardan etkilenmiştir. Hatta 1940'lardan sonra dahi, Fransız hekimi Alexis Carrel'den etkilenmiştir.
Religioscope: Kutub'a göre, Devletin kuruluşu dinin ortaya çıkışı ile bir olmalıydı ki bu mesele pek çok Batılı sekülerin tartıştığı önde gelen konudur. Böylesi bir düşünce üzerine bina edilmiş İslami hareketlerin İslam ülkelerindeki siyaset meydanında yeri olması gerekliliğini Batılı sekülerlere izahın bir yolu var mı sizce? İslami düşünürler bugün çoğulcu bir siyasal düzenle devletin İslami temellerini uzlaştırma konusunu nasıl ele almaktadırlar?
İbrahim Ebu Rebi: Maalesef bazı Arap ve İslam ülkelerinde İslami hareketin demokratik bir ortamda yer almasına müsaade edilmedi zira bu ülkeler demokratik bir ortamdan yoksunlardı. En büyük örnek Cezayir, bir başkası ise Türkiye'dir. Bu durum İslami güçlerle hükümet, bilhassa Cezayir'de, ordu arasında çatışmaya neden oldu. Birçok İslam ülkesinde sivil toplumun alanının giderek daraldığını ve yok olduğunu müşahede ederken birtakım insanların şiddete tek çare olarak başvurduklarını görüyoruz. Bana kalırsa Arap ve İslam dünyasında sivil hakların ve demokratik alanın yeniden tesisi üzerinde çalışmalıyız. İslami hareketler bu toplumlarda tabii biçimde çalışabilmelidir. Eğer insanlar İslami bir hareketi seçmek istiyorlarsa, neden olmasın ki? Onları iktidara getirirsiniz. Eğer başarısız olurlarsa, yine kararı halk verecektir. Her halükarda siyasal sürecin bir parçası olmalılar.
Religioscope: Kutub'un çalışmalarındaki anahtar sözcüklerden biri de akide. Akide sözcüğünün anlamını söyleyebilir misiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Bildiğiniz gibi akide İslam'da yeni bir terim değildir. Kısaca, İslami doktrin, İslami düşünceler, Allah'a iman demektir. Kutub sözcüğe dinamik bir karakter vermiştir. Akide genç Müslüman güçleri hızla değişken bir toplumda birbirine bağlayan ideolojik ruhtur. Akidesize istikrar (durgunluk), dinginlik, yapı kazandırır ve çevrenizdeki tüm değişimlere karşı bir güç verir. İşte bu yüzden Kutub, bu evlilik yani akide ile yeni bir İslami topluluğun inşasında umut olacak gençliğin, önderliğin birbirine bağlanması üzerinde ısrarla durur. Akidenin karakteri üzerinde yoğun olarak durur ancak erken dönem İslam'ına, bilhassa de Müslümanların henüz dinlerinde genç fakat zamanının Arap toplumundaki değişimlerle baş edebilir güçte oldukları Medine dönemine gönderme yapar.
Religioscope: Kutub'un çalışmalarındaki bir başka anahtar kavram da cahiliyye. Kavramın geleneksel anlamını ve Kutub'un ona yüklediği anlamı açıklayabilir misiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Cahiliyye İslam öncesi Arabistan şartlarını tarif için Kur'an tarafından kullanılan bir kavramdır. Kısaca, cehaleti yahut cehalet dönemini ifade eder. İslam cahiliyyenin değişik geleneklerini, uygulamalarını ve fikirlerini onun çok fevkinde olan yeni bir düzenle değiştiriyordu. Kutub, bilhassa hapishane günlerinde, cahiliyye terimini şeriatı tatbik etmeyi yahut İslami bir devlet kurmayı reddeden 20. yüzyıl İslam dünyası için kullanıyordu. Ona göre bu durum cahiliyyenin tipik bir örneğiydi. Fakat bana öyle geliyor ki bu duruş olağanüstü şartlar altında vuku bulmuştu ve ardından 1960'lar ve 70'lerde hapishanedeki Cihad üyelerinin seçimi, 1970 ve 80'lerde ise bilhassa Mısır'da, İslamcı söylemin baskın bir yönü halini almıştı.
Religioscope: Kutub'un çizgi dışı Müslümanlar üzerindeki etkisini anlattınız, peki ya bugünün Batılı Müslümanları üzerindeki etkisini kısaca özetleyebilir misiniz? Batılı ülkelerde yayınlanmış kitaplarını görüyoruz. Kutub'un düşüncelerinin Batı'da yaşayan Müslümanlara tekabüliyeti hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Kutub'un eserleri İngilizceye çok fazla olmasa da, farklı İslam ülkelerinin diline çevrilmiştir. Örneğin, temel kitaplarından olan The Battle between İslam and Capitalism(İslam ve Kapitalizmin Savaşı) İngilizceye çevrilmemiştir. Batılı bir çevrede doğan genç Müslümanlar Kutub'un görüşlerinden oldukça etkileniyorlar. Sınıfımdaki öğrenciler onun Batılı çevrelerinde kendileri için son derece gerekli olduğunu söylüyorlar. Bu bakımdan diyebilirim ki Avrupa ve Amerika'daki genç Müslümanlar üzerinde ciddi bir etkisi vardır.
Religioscope: Müslüman Arap dünyası dışındaki etkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İbrahim Ebu Rebi: Güney ve Güneydoğu Asya'da, bilhassa duyduğum kadarıyla iki milyon takipçisi olan ve Kutub'un halen en büyük ideologları olduğu El- İhvan adında büyük bir İslami partiye sahip Endonezya'da oldukça etkilidir.
Religioscope: El-İhvan ismi kendilerini Müslüman Kardeşlerle irtibatlı kılmıyor mu ama?
İbrahim Ebu Rebi: Mısırlı İhvan'ın bir koludur bu parti.
Religioscope: Kutub'un Müslüman Kardeşler'deki bugünkü konumu nedir?
İbrahim Ebu Rebi: Pek çok kişi kurucu şahsiyet olan Hasan el- Benna'nın geleneğinin takipçisidir ama Seyyid Kutub okur, onun düşüncelerini dinler.
Kaynak: Umran Dergisi: Ağustos 2008, Sayı: 168, Sayfa: 72-76
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net